“Muhafazakar Söylemleri Olanın,
Muhafazakar Eylemleri de Olmalı...”
Octavia Paz “Bir geleneğe muhalefet o geleneğe ait olmakla başlar” der. Çoğu zaman birlikte ya da birbirinin yerine kullanılan “modernleşme” ve “modern” kavramları, tam bu yüzden dolayı ayrışır. “Modern”, geleneği bir anlamda anlamaya çalışan ve onu hayatının sürekliliğine yayarak değişebilen biriyken, “modernleşmeci” gelenekle arasına mesafe koyan, dolayısıyla değiştiğini düşündükçe özünü kaybeden biridir. İşte tam bu noktada tasavvufi derinliğe sahip yapıların, modernite dalgalarına karşı daha sağlam durmak adına bazı geleneklere sahip çıkması gerekmektedir.
Evet, dünya modernleşiyor ve dolayısıyla insanları, duyguları, hissiyatı da peşinden sürükleyerek gidiyor. Bu rüzgara biz de kapılıp, geleneklerimizin, kalıplarımızın, öz benliğimizin yitip gitmesine aldırış dahi etmiyor, “çağa ayak uydurmak” deyip geçiyoruz.
“İşte her konuda, her alanda olduğu gibi” diye başlayan bir cümle ile konuyu sıradanlaştırmak gafletine düşmek istemediğimizden, altını üstünü koyu ve kalın çizgilerle çizmek istiyoruz müsaadelerinizle... Değişim, gelişim eksenli ise sıkıntımız yok ancak başkalaşıma karşı ciddi itirazımız var. Çok sofistike oldu belki ama anlatmak istediğimiz aslında tasavvufi geleneğe sahip kişi, kurum, kuruluş ne varsa değişim rüzgarları ile öz benliklerini yitirmek yerine, rüzgarı arkalarına alarak gelişim gösterebilmelerinin gerekliliğini bir kez daha vurgulamak. Biz mevzu bahis öznelerin olumsuz değişimlerinin, insanlığa, topluma, vatana, millete ve dünyaya haksızlık olduğunu düşünüyoruz.
Ancak ne var ki, son dönemlerde yaşanan olumsuz gelişmelerin, en fazla zarar verdiği konunun “müslümanlık bilinci” olduğu artık göz ardı edilemeyecek bir gerçektir. Uluslararası arenada gerçekleştirilen çeşitli algı operasyonları, maneviyatı tam da sırtından hançerlemeye yönelik dahili suikast girişimleri... Hepsinin ortak hedefi sadece ve sadece Müslüman kimliğini zedelemek ve yeni ortaya atılan “Ilımlı İslam” modelini beyinlere yerleştirmek.
Toplumumuzda global kültür istîlâsı sebebiyle yaşanan yozlaşmalar, maalesef İslâm’ın rûhuna zıt bâzı uygulamaları da beraberinde getirmiştir. Öyle ki, hayâtın en mühim safhalarına gayr-i İslâmî mâhiyetler karıştırılarak âdeta şeytan da onlara ortak edilmektedir. Hâlbuki Allah Teâlâ’nın, huzûrundan kovduğu şeytana söylediği şu gazap ifâdeleri, insan için ne mühim bir îkazdır:
“Onlardan gücünün yettiği kimseleri dâvetinle şaşırt; süvârilerinle, yayalarınla onları yaygaraya boğ; mallarına, evlâtlarına ortak ol!..” (el-İsrâ, 64)1
Konuyu çok dallandırıp budaklandırmaya gerek yok sanırım, şöyle basit bir zihin egzersizi yapalım isterseniz beraberce; acaba kaçımız faizin kesinlikle haram olduğunu düşünüp uzak duruyoruz? Cebimizdeki yüksek limitli kredi kartları ile çok komik duruyor verdiğimiz cevaplar sanki. Ya da kaçımız sünnet-i seniyeye tam olarak riayet etmekteyiz? Hangimiz dünyanın dört bir tarafında zülum altında bulunan kardeşleri için samimi gözyaşları döküyor? Hayır biz dua ediyoruz onlar için diye kendimizi kandırmayalım. Günde üç öğün mükellef sofralarda karnımızı davul kıvamına getirinceye kadar yedikten sonra, sıcacık evlerde oturup televizyon karşında ahkam kesmekle olmuyor bu işler öyle değil mi? Ya da şöyle soralım, gerçekten hakiki mümin tanımına ne kadar uymaktayız? İçtimai hayatın her alanında o kimliği tam manası ile taşıyabiliyor muyuz, yoksa muhafazakarlığımız da sadece söylem boyutunda mı kalıyor? Yani hem muhafazakâr olup hem de nefsin istek ve arzuları sorgusuzca karşılanırken, herhangi bir hicap duyulmamaktadır.
Evet bunların tamamı bize yutturulmaya çalışılan “ılımlı İslam” modelinin doğurduğu sonuçlar. Ne acıdır ki, biz de alışmışız ve hatta memnunuz bu şekilde yaşamaya. Başkalarının, çoğunluğun yaptığı yanlışlar sürü psikolojisi gereği yanlış olmaktan çıkıyor ve bizler “hayat şartları”, “modern dünyanın gereklilikleri” gibi bahanelerin ardına sığınabiliyoruz çoğu zaman.
Müslümanlık, belli zaman ve mekânlara has bir merasim değil, ömrün her ânını tanzim eden bir hayat nizamıdır.
Geçim derdi, ailevi sorumluluklar, iş ya da okul hayatı ya da çeşitli renklerle bezenmiş fani aldanışların cazibesi... Birçoğumuz etrafımızda olan bitenin, az ya da çok, şöyle veya böyle farkındayız. Okuduklarımız, dinlediklerimiz, hissettiklerimiz ve en mühimi bize doğrudan2 bildirilenler, ahirete yolculuğu haykırıyor duymayan kulaklarımıza. Kimimiz bahanelerin ardına sığınırken, kimimiz görmemezlikten gelmeyi tercih ediyoruz gerçekleri. Peki ne kadar huzurluyuz iç dünyamızda hiç düşündük mü? Ufak tefek sıkıntılar karşısında nasıl da manevi bir çöküş yaşıyoruz ruhumuzda değil mi! Peki bir çaresi yok mu bunun diye soruyoruz kendimize ve cevabı yine Rabb’imiz veriyor bize;
“ ... Her bir nefis ve onu düzenleyene, ona hem fücuru ( Allah’tan uzaklaştıran kötülükleri), hem de takvayı ( Allah’a yakınlaşma yolunu) ilham edene yemin olsun ki, iç alemini temizleyen, onu arındıran felaha ermiştir. Onu temizlemeyen, günahlar ile örten ise felakettedir.”3
Bu minvalde bakıldığında, hem dünya ve hem de ahiret saadeti için tek yolun, hakiki bir takva hayatı yaşama gayreti ile oluşabileceği açıktır. “Nefsini tezkiye eden elbette felaha kavuşmuştur.”4 buyruğu sırrınca iç alemimizin, gönül dünyamızın bu ölçülerde terbiye edilmesi artık zorunlu hale gelmiştir.
Kulun Rabbi ile kalpte buluşması; yani merhamet, şefkat, affedicilik, hilm gibi cemali sıfatların kalpte tecelli bulması, yani kulun her nefeste, Rabb’inin huzurunda olduğu bilinci ile hareket etmesi gerekmektedir.5
Ne var ki hala belli hassasiyetleri taşıyan, bu minval üzere çalışmalar yürüten kişi ve kurumlar var. İşte özellikle bu kurumların, mevcut yapılarını, geleneksek özellikleri muhafaza etmeleri gerekmektedir. Bu hususta modern çığlıklar atanların ise bir kez daha oturup, farkında olarak ya da olmayarak neye, kime, hangi amaca hizmet ettiklerini düşünmeleri zaruridir.
Bu bağlamda Allâh’a güzel bir kul olabilmek için, İslâm’ı, hayatın hiçbir safhasında unutmamak gerekir. Bilhassa en büyük imtihanlara tâbî tutulduğumuz iş hayatında, âile hayatında ve beşerî münâsebetlerde… Zira Müslümanlık, belli zaman ve mekânlara has bir merasim değil, ömrün her ânını tanzim eden bir hayat nizamıdır.6
Baki selam ve muhabbetlerimle...
Dipnontot:
1- http://www.islamveihsan.com/aile-ve-is-hayatinda-islam.html
2- Kur’an ve sünnet eliyle bildirilenler
3- eş-Şems, 7-10
4- el A’la, 14
5- Osman Nuri Topbaş Hocaefendi, İhlas ve Takva, Yüzakı Dizisi-2, sf.10
6- http://www.islamveihsan.com/aile-ve-is-hayatinda-islam.html