Her şey bizi saf olana çağırıyor: kitaplar, peygamberler, veliler; portakallar, erikler, kirazlar; yağmurlar, karlar, nehirler… Bazen de safa çağırılıyoruz ama o başka. Mesela şu söz çok meşhurdur, milyon kez söylenmiştir: “haydi beyler abdesti olmayanlar abdest alsın, abdesti olanlar safa geçsin”.
lbette öyledir. Saf olan her zaman makbuldür. Fıtri olan, katışıksız ve saf olan ister soyut olsun ister somut, aranılan ve uğrunda çile çekilen bir şeydir. Altın maddesinin saf olanı, işlenmek için seyreltileninden daha değerlidir. Arı duru berrak bir suyun çamurlu sudan daha evla olduğunu da bildiğimize göre, meselenin ilk babı olan “somut” konusunun kafaya takılacak bir yanı olmadığı anlaşılıyor. Saflığın elle tutulup gözle görülmeyen hâli ise, meselemizin bel kemiğini oluşturacak. Saflık, yani yüklerden kurtulmak, yani öz’ün en doğal hâli; belki de “cevher” dediğimiz şey neden aranılan bir şey (durum/hâl) olsun ki diye sorulabilir. Bu sorunun cevabı size çok ilginç bir kapı açmayacak belki, ama peşi sıra gelen sorular bizi zatımıza götürebilir. (zatımız?)
Cümlenin, sözün, söylenen şeyin saf olmasına biz şiir deriz. Şiir aynı zamanda hiçlikten söylenen sözdür. Söz, o kadar yüklerinden kurtulmuş ve saflaşmıştır ki, sanki tasavvuftaki gibi yüce bir makama ermişçesine söyleyişin hiçlik makamından ulaşır bize. Şiir olmasa bile, herhangi bir metin saflığı ve berraklığı nispetince pahalanır. Şairlerin devamlı arayış içinde olmaları ve bize saf sözler söylemeleri, bana, peygamberlerin nübüvvetten evvel hayatlarını arayış içinde geçirmelerini anımsatıyor. Peygamberlerdeki bu arayış nihayetinde saf vahiy ile sona eriyor. Saflıktan sonra teslimiyet ya da saflıkla beraber teslimiyet alıyor ızdırabın yerini. Ve nihayetinde zaten tüm peygamberler insanlığı doğru olana, doğal olana, saf olana, fıtri olana çağırmıyor mu? Kutsal kitaplar insanın fıtratına uygun olanı emredip, insanın tabiatına aykırı olanı nehyetmiyor mu? Ademoğluna yasak olan şeyler aynı zamanda bir fazlalıktır, yüktür, öyle değil mi? Günah bir yük değil midir mesela? Evet, anlaşıyoruz…
Saflık uğruna ilginç şeyler yapan adamlar vardır eski Hindistan’da. Gıda namına sadece zeytinyağı tüketerek midelerini/bedenlerini temizleyen, açlıkla beraber zihinlerini berraklaştıran ve nihayet ruhlarını da belli bir saflığa ulaştıran bu keşişlerin gayesi uçmak ya da farklı dünyalarla irtibat kurmaktı. Bunlardan bahsederken benim de gayem ilginizi çekmekti zaten, karnım da aç üstelik. İşe yaradığına eminim, anlaşıyoruz…
Peygamberlerin mucizeleri, evliyaların kerametleri de bir saflık bir arınmışlık hâlinin sonucudur. Bazen istem dışı bile bu saflık kendini gösterebilir, dışa vurabilir. Tamam da doğal olan neden cezbeder bu kadar bizi? Neden olacak, bir derdimiz var demek ki! Şair kendini anlamak ve şiirine ulaşmak derdindedir; tasavvuf ehli Allah’a ulaşmanın peşindedir, elindeki tespihin boncuklarına asıldıkça aslında saflığı talep ediyordur. Vahiy, ilham, cezbe vb. kavramların saflıkla düpedüz ilişkisi vardır. Utanma duygusu bile bozulmamışlığa, hırpalanmamış bir ruh haline delalet eder. İman saflıksa: “El haya-ü min’el iman”.
Özümüze dair arayış, özümü arayış,hep rahatsız ediyor beni. Tam alışacakken dünyanın gidişatına, tam şehrin gürültüsü ve şamatası olağanlaşmaya başladığında içimdeki saflık arayışı dürtüklüyor beni. Zamanda ve mekânda doğal olmayan her şey gözüne batmaya başlıyor böylelikle insanın. Ormanın doğal hâli ile peyzaj düzenlemesi yapılmış bir park arasındaki fark sonsuz bir uçuruma dönüşüyor. Dayatılan yaşama biçimleri ile saf ve doğal hayat sürekli çarpışma hâlindeler. Süslü püslü takla atan cümlelerle duru berrak cümleler dilimizde yer bulabilmek için savaşıyorlar. Bir yazı bittiğinde fazlalıklarını ayıklıyoruz, sonra editör gözden geçiriyor o da ayıklıyor. Cehennem de otomatik fazlalık (günah) ayıklama merkezi vazifesi görüyor zaten. Her şey bizi saf olana çağırıyor: kitaplar, peygamberler, veliler; portakallar, erikler, kirazlar; yağmurlar, karlar, nehirler… Bazen de safa çağırılıyoruz ama o başka. Mesela şu söz çok meşhurdur, milyon kez söylenmiştir: “haydi beyler abdesti olmayanlar abdest alsın, abdesti olanlar afa geçsin”.
Anlaşıyoruz yani evet biliyorum,anlaşıyoruz tabii ki.