Balat`tayız. Balat İspanya`dan gelen Yahudilerin yerleştirilmesi sonunda tarihe Musevi semti olarak mührünü vurmuştur. 17. yüzyılda en parlak dönemini yaşamıştır. Sanılanın aksine İstanbul Yahudileri uzun zaman zengin bir toplum olamamışlardır. Bugün bile iki cemaatin arasındaki servet farkı Fener`den Balat`a geçince kendini belli eder.
Geçen sayı kaldığımız yerden devam ediyoruz. Fener ve Balat semtlerindeyiz. Tarihi dokularıyla dikkat çeken bu semtleri Haliç kucaklar. Yolculuğumuza bu sefer suyun üstünden başlayalım. Üsküdar iskelesinden yabancıların Altın Boynuz diye adlandırdığı Haliç`e doğru yola çıkalım. İstanbul`un siluetini seyrederek yol alırız. Martıların kanatlarında durur zaman. Balık tutanların arkasında ağır başlılığıyla dikkati çeker Fener iskelesi. Semt, haliç kıyılarının en önemli deniz fenerine ev sahibi olmasından dolayı Fener adını almıştır. Mahallede göze çarpan farklılık sağlam taş evlerdir. Sahipleri Rumların maddi güçlerinin yansıması gibi dururlar.
Rumların semti olarak bilinmiş Fener`den gezimize başlamadan önce vapurdan inip sola dönmeli ve Gül Baba Camii`ni atlamamalıyız. Aya Tendosya adında şifa verdiğine inanılan 10-11. yüzyıl yapısı bir Bizans kilisesiyken 16. yüzyılda camiye çevrilen bu yapı onarımlar sırasında Türk mimarisinin öğeleriyle zenginleşmiştir. Caminin içinde merdivenle çıkılan bir hücre ve mezar vardır. Kime ait olduğu hakkındaki rivayetler günümüze kadar kulaktan kulağa ulaşmıştır. İsa’nın havarilerinden biri mi, Konstantin Dragazes’mi yoksa camiyi yaptıran Gül baba adındaki dervişin mi? Bunun cevabı zamanda saklı...
Caminin tam karşısındaki Küçük Mustafa Paşa hamamını da gözden kaçırmayıp ister ara sokaklardan ister sahilden patrikhanenin üçlü kapısının önündeki basamaklara varırız. Soldaki kapıdan içeriyi ziyarete geçebiliriz. Burası Rum patrikhanesinin 1601`de Aya Yorgi Kilisesi`ne yerleşmesiyle Ortodoks mezhebinin merkezi olmuştur. Ana kapı 1821 Mora isyanını desteklediği gerekçesiyle idam edilen Patrik anısına kapalıdır. Tüm dünyada 10 veya 15 tane bulunan taşınabilir mozaik ikonlardan 3 tanesi, tahta işçiliği, üç azizenin tabutu, patrik tahtlarından biri patrikhanenin önemini arttırır. Kütüphanesi dünyanın en zengin arşivlerindendir.
Patrikhanenin arkasındaki Sancaktar yokuşundan kırmızı mektep diye bilinen Rum erkek lisesinin ilginç kubbesine doğru tırmanırız. Tamamen tuğla olan binanın arkasında Şeyh Murat Cami, mesnevihane, onun da ilerisinde çok huzurlu bir bahçede caminin bitişiğinde Ali Haydar Efendi’nin kabri bulunur.
Nihayet Fener`deki son durağımıza geldik. Bu, vapur iskelesinin karşısındaki eski konağın sağlam kalan bir bölümüdür. Bizans dönemi eseri aristokrat Fener ailelerinden birinin olan bu bina bugün yalnızca kadınlara ait eserlerin bulunduğu Kadın Eserleri Kütüphanesi olarak kullanılmaktadır.
Balat`tayız. Balat İspanya`dan gelen Yahudilerin yerleştirilmesi sonunda tarihe Musevi semti olarak mührünü vurmuştur. 17. yüzyılda en parlak dönemini yaşamıştır. Sanılanın aksine İstanbul Yahudileri uzun zaman zengin bir toplum olamamışlardır. Bugün bile iki cemaatin arasındaki servet farkı Fener`den Balat`a geçince kendini belli eder.
Demir kilise olarak bilinen Bulgar kilisesi neo-gotik üslüpta, Viyana’da, dökme demirden yapılıp, Tuna ve Karadeniz`den taşınarak İstanbul’da monte edilmiştir. Mermerleri kaplamadır. İnşaata bu kadar zahmet verilmemesinin sebebi Padişahı Abdülaziz ve Sadrazamı Ali Paşa’nın kiliseye izin vermek istememelerinden kaynaklandığı ileri sürülür. Zora koşmak için “Bir ayda inşaatı bitirirseniz izni alırsınız” diye emretmişlerdir.
Or-ahayim Balat hastanesi 1858`de yapılmış. Deniz kenarında kalan nadir binalardandır. Devrin ünlü mimarlarından Gabriel Tedesçi tarafından 19. yüzyıl mimarisinin tüm özelliklerini taşıyarak inşa edilmiş bu bina halen hastane olarak hizmet vermektedir.
Semtin başlıca cami Sinan’dan kalma Ferruh Kethüda Cami’dir. Arka duvarındaki güneş saati ve kiremit çatısı ile mütevazı bir binadır. Eski Balat mahkemesi caminin avlusuna kurulurmuş.
Balat’ın tarihi dokusu sürekli meydana gelen büyük yangınlardan büyük zarar görmüştür. Ancak yine de bu muhteşem semtlerde yüzyılların içerisinden akıp gelen bir tarih sahnesi kendini muhafaza etmeye devam etmektedir. Ermeni kilisesi ve sinagoglardan yükselen ilahi sesleri, camii minarelerinden yayılan Bilal-i Habeşi`den beri Allah`ın huzuruna davetin çağrısı olmuş ezan sesleri ile karışır ve yankılanır: “ALLAH-U EKBER, ALLAH-U EKBER.”