Fatih Kemal Yeğin
Ömür dediğimiz süre zarfında hayatın getirdiklerini tecrübe ediyor oluşumuz anlam arayışımızı da tatmin ediyor olabilir. Daha önce hiç konuşulmamış veya ilk defa ortaya çıkarılmaya müsait bir konu değil söyleyeceğim. Gözlerimizin önünde gerçekleşen ve müdahale şansımızdan daha ziyade ibret almayı gerektiren durumları oluşturuyor.
Filmler yapıları itibarıyla belli bir çerçeve ve süre sınırı olan yapıtlar olmamalı. Bazıları var ki mesajı kendi cüssesini aşmak durumunda kalmış. Belli sürelerinin olması bittiği anlamına gelmemeli ve öyle anlaşılmamalı. Yazar Muammer Bilgiç’in ifadesiyle “İzlediğimiz film, dinlediğimiz şarkı, okuduğumuz kitap muhteva itibarıyla bize bir mesaj vermek zorunda olmalıdır.” Aksi takdirde yaptığımız işin hayatımıza dokunan kısımlarını görmezden gelmek fark etme yetimizin törpülenmesine neden olabilir.
Rasim Özdenören’in ismini hatırlamakta zorlandığım bir kitabında şöyle bir bölüm aklımda kalmış; “Uzunca süre yolculuk yapmış bir insan düşünelim. Bu insanın hiç konuşmadığını farz edelim ve yolculuk süresinin yirmi yıl olduğunu düşünürsek bu adam için yirmi yıldır hiç konuşmadan yolculuk yapıyor diyebilir miyiz?”
Dışarıdan bakılınca diyebiliriz. Kabına sığan düşünceleri terk etmek niyetinde olanlar için dışarıdan bakmak görmemizi engelleyen durumlar oluşturabilir. Ve Özdenören ekler; “Sessizce yolculuk yapan adam ile alakalı yapılan yorumlar doğru olmakla beraber bu adam ilgili süre zarfında birden çok ağaç, nehir ve kuş görmüştür. En önemlisi bu süre düşünme süresidir. Bir muhasebe süresidir.”
Hatırıma gelen bir sahne, Reis bey filminde, Nişantaşı cinayetinde idama giden genç, reis beye, “Ağlayabilseydiniz, anlayabilirdiniz.” demişti. İlerleyen sahnelerde reis “Ağladıkça anlıyorum.” demişti. Ağlamak asgari standartları taşıyan her insanın duygusal durum değişikliğine bağlı olarak gerçekleşmesi muhtemel durumlardan olabilir. Ağlamak önemlidir, ağlamayı anlamak daha farklı olabilir.
İnsanlar koşarlar, çocuklar sokakta arkadaşları ile koşarlar ve bunun gibi daha farklı koşmalar düşünebiliriz. Bakış açısını değiştirmek adına Cennetin Rengin’de görme engelli Muhammed Rahmani’nin babaannesine köyün girişinde “Aziz! Aziz!” diyerek koşması, sokak koşmalarının anlamı bu koşmayı ifade etmemizi zorlaştırabilir.
Hayatını devam ettirmek zorunda olan insanoğlu şartlara teslim olmak adına zaman zaman kendine göre doğru ve yanlışına bakmadan çözüm yolları bulmak zorundadır. Sarhoş Atlar Zamanı filminde at yoktur katır vardır. Konu ile ilgili katırlar İran-Irak sınırında kaçakçılık ile geçimini sağlayan köy halkının en önemli yardımcısıdır. Bir katırınız yoksa hayat sizin için çok zor bir hale gelebilir. Kardeşini ameliyat ettirmek zorunda olan Eyüp kendi katırı ile sınırı geçmek zorundadır.
Karasal iklim şartları dolayısıyla katır sahipleri hayvanlar donmasın diye alkol içirmektedirler hayvanlara. Canı pahasına yola çıkan insanların hedefi sınırı geçip mallarını satıp geri gelmektir. Çoğu zaman bu mümkün olmaz ve yolda bazı kayıplar yaşanır. Eyüp bu kaybı yaşayanlardandır ve babasını bu yolda kaybetmiştir. Kayıplara rağmen yaşamak zorunda olan insanlar sonuçları tahmin edilebilir tekrarlardan korkmamaktadırlar. Hasta kardeşi için karlı yollarda alkolik katırı ile yolculuk yapan Eyüp sınırı geçmiştir. En son edindiğimiz bilgiye göre hastane parasını bulamamış ve bir kayıp daha yaşamak zorunda kalmıştır. Belki de daha az kayıp vermek için yaşıyoruzdur.