Aslında ihtiyaç olan üç-beş kalem bir şey, bir lokma bir hırka dedikleri işte… Gerisi sırta yük. Dünyaya da yük, o da taşıyamıyor gariban. Haline baksanıza. Gezegenimiz hasta diyor çok bilir bir kişi; yorduk, yükledik de yükledik, hasta ettik demiyor da. Bu kadar beklentiye taş olsa çatlar, iyi dayanıyor garip.
Birkaç ay oldu, bir ilçeden başka bir ilçeye taşınmak icap etti. Biz de topladık pılımızı pırtımızı, çıktık yola. Fakat ne pılı pırtıymış efendim; toplanmak ayrı, yerleşmek ayrı bir serüvene dönüştü.
Kolilerce eşya, tabaklar-çanaklar, kitaplar-defterler, oyuncaklar, yastıklar, minderler, onlar bunlar şunlar, hatıralar ve bilumum döküntüler…
Ne çok şey biriktirmişiz, ne çok serilmişiz, ne çok dağılmışız dünyaya. Onca dağınıklığın arasında kendini bulmak da yürek istiyor. Belki de yerleşirken sormam gereken, sonrasında aklıma geldi; aklım hangi kolide bantlı, ya kalbim?
“Aman ağabey dikkat et, onda kırılacaklar var! Çizmeyin mobilyaları Allah aşkına daha yeni aldık! Tüh, desene takım bozuldu, hemen tamamlamalı.”
Allah’ın uzun ömür nasip ettiği kullarının evlerini görünce dehşete kapılırım bazen, hele de uzun yıllar aynı evde ikamet etmiş olanların. Bir büyüğüm söylemişti: “Ömrün sonbaharı yaklaştığında, bazı ihtiyarlar mala mülke, eşyaya daha bir sevdalanır, dünyayla bağ kurma çabaları artar.” diye.
Biz de mi böyle olacağız diyorum. Sonra bakıyorum koliler, evet koliler, üstelik henüz açılmayanları var diğer odalarda… Muhtemelen diyorum, şimdiden böyleyse... Fıtratta var çünkü dizginlemeli.
Fıtrat demişken, çocuklarla yaptığımız bir atölyede şöyle bir soru sormuştum: “Evinizi bir kaplumbağa ya da bir salyangoz gibi sırtınızda taşıdığınızı hayal edin, neler koyardınız içine? Ama bak sakın unutmayın ha, onu sırtınızda taşıyacaksınız!” Çocuklar önce gülmüş sonra da epey düşünmüşlerdi. Kimi oyuncağını bırakamadı, kimi dolabını çekmecesini. Biri vardı ki kavanoza koyup balığını yanına aldı. Hiçbiri tam bir karara varamadı.
Ben de eşya ayırırken hiçbir zaman tam bir karara varamıyorum. Ne kadar “Sevdiklerinizden vermedikçe iyiliğe erişemezsiniz.” ayet-i kerimesini aklımda tutmaya çalışsam da... Olmayınca olmuyor, kat edecek yolumuz olduğu belli, döke saça gideceğiz taşıyamadıklarımızı belki.
Derlemeli, toplamalı, yerli yerinde olmalı. Hep bir yerleşme, yer açma gayreti. Bitmiyor, bitmeyecek tuhaf bir döngü. Kolileri açtıkça aklıma gelen… Ne çok bantlamışız, sanki hazine sandığı… “Ne olacak canım, bunlar da bizim ganimetler, illa altın, pırlanta mı olmalı.” Sahi onlar olsa ne yazar…
Aslında ihtiyaç olan üç-beş kalem bir şey, bir lokma bir hırka dedikleri işte… Gerisi sırta yük. Dünyaya da yük, o da taşıyamıyor gariban. Haline baksanıza. Gezegenimiz hasta diyor çok bilir bir kişi; yorduk, yükledik de yükledik, hasta ettik demiyor da. Bu kadar beklentiye taş olsa çatlar, iyi dayanıyor garip.
***
Ben tüm bunlarla cebelleşirken, zihnimin dağılan parçalarını kolilerin içinde aramaya çabalarken, bir vesile Rabia Gülcan Kardaş Hocamla yazışıyorduk. Aynı dönem kendisi de bir toplanma, taşınma serüveni içindeydi. Muhtemelen o da şu koli işlerinden yorulmuş olacak ki takıldı: “Ah dedi, artık minimalist olmaya karar verdim.” Gülüştük. Biriktirdiklerimiz üzerine tefekkür ettik karşılıklı.
Kendisinin öte âleme göçtüğü haberini aldıktan bir süre sonra aklıma bu diyaloğumuz geldi. Buruk bir tebessüm belirdi yüzümde. Tüm eşyadan arınıp varmıştı huzura, tüm arı duruluğuyla. Allah rahmet eylesin; kabri nur, mekânı cennet olsun.
***
Geride kalan bizler için vaziyet aynı. Yerleştik biz. Yerleşmeye de devam ediyoruz. Gerçek yurdumuza taşınana kadar da bu böyle devam edecek galiba, Allah izan versin. Amin.
Girişteki parkenin üzeri kel kaldı bak, oraya bir yolluk almalı; duvara saat, masaya örtü, mutfağa raf, balkona da bir sehpa, tabure de gitmiş yenisi lazım…