Teheccüde kalkan, işrak bekleyen, kuşluk kılan, kaylule yapan, kerahat vakitlerine dikkat eden bir insan ancak hayatın şeytansı süratinden kurtulabilir ve huzura erebilir.
Elinize bakir fosforlar geçer, ilk suyla, erkenden kalkmışsanız. Bunu kaçırırsanız günün öteki ışınları bu fosforun yerini tutmaz. Hiç ayrımında olmasak bile, bu eksiklik, bütün gün, yansımaktadır edimlerimize.
Erkenden kalkış, hâlâ uyuyan dünyanın hayli önüne geçirir bizi. Önünüzde, yalnızca, git git bitiremeyeceğiniz o tılsımlı güzellikler vardır. Yeryüzü, adeta, çobanlarını izleyen kuzular gibi, arkanızdan geliyor sanırsınız. Bu, yazı makinenizin başında hissettiğiniz ilk olağanüstülüktür”
Nuri Pakdil’e ait bu satırlar, bir sabahın çok erken vakitlerinde yazı makinesinin (bilgisayar) başına geçmişken geldi aklıma. Nuri Pakdil’in bazı eylemler üzerine söylediği sözler vardır, bunlar o kadar gerçek ve o kadar tatlıdır ki, mesela ‘öyle uykucuğu’, mesela ‘uyanır uyanmaz yapılan beden eğitimi’, ve işte şimdi de: ‘Erken kalkış’.
Bir ‘erken uyanış’ sebebi ile sabah ezanlarına şahit olan her insan, bir alışkanlıkla bu hissi kaybetmemişse, bilir ki, sabah ezanı daha bir başkadır. Gecenin son vakitlerinde şehrin sessizliğini bozmadan gelir sesi. Evet, ezan, sabah ezanı, o sessizliği o dinginliği bozmaz. İşitilen ses, hafif buğulu ve perdelidir ve eğer iyi icra ediliyorsa makam da bu buğuya uygundur.
Sabahın ilk ışıklarında yürüyüşe çıkmak, sabaha güzel ve dingin bir şarkı ile başlamak, biraz kitap karıştırmak ya da Kuran’dan birkaç sayfayı seslice okumak, sabahımızı ne bereketli ne neşeli kılar. Gecenin sabaha çevrildiği vakitte ders çalışan öğrenciler, kurslarda bu saatte Kuran ezberi yapan talebeler bu bereketin ne demek olduğunu çok iyi bilirler.
Vakitlerin, günün belli bölümlerinin, geleneğimizden gelen, dini öğretilerden kaynaklanan işlevleri ve isimlendirmeleri var: Teheccüd, sabah, işrak, kuşluk, öğle, ilkindi, akşam, yatsı. Ve bu vakitlerin, her birinin, insan hayatını iyileştiren güçleri var. Bu vakitleri idrak etmenin, bunları yaşamanın, bunları anlamanın hayatla, sanatla, ahlakla ilişkisi var ve insana değer katan yeri doldurulamaz bir lezzeti. İşrak, kuşluk ve teheccüd vakitlerinde zaman bambaşka akar ve bu vakitlerde manevi kazanımlar elde etmek çok daha kolaydır. Tasavvuf erbabı bu vakitlere olağanüstü ihtimam göstermiş ve bu vakitlere her daim dikkat çekmişlerdir. Ancak bu vakitler hayatımızın bir parçası olmasına rağmen zamanla silikleşip unutuldular:
İşrak beklemenin ne demek olduğunu bilmeyen modern zaman insanı, sabahın ilk ışıklarında işine gitmek için yollara düşmek zorunda kalıyor, çocuklar okullarına, büyükler işlerine… Minibüslerin, otobüslerin, sabah trafiğinin girdabında kayboluyor vakitlerimiz. Modern zamanda vakitler işe göre tayin edildiği için her şey daha donuk ve maddesel: Çay molası, öğle yemeği ve akşam paydos. Sonrasında akşam haberleri ve film saati... Günümüz insanı için zamanın öğle, akşam ya da sabah olması tamamen fiziksel bir süreç ve fiziksel ihtiyaçlara bağlı. Aydınlık olunca sabah, güneş çıkınca öğle, batınca akşam. Kapitalizm neticesinde türeyen ‘doğum günü’, ‘anneler günü’ ve türlü ayrıştırılmış günler olsa da bunların manevi, metafizik bir anlamı ve değeri yok, tüm bu isimlendirmeler zamanı yüzeysel takip edebilmek ya da tüketimi artırmak için sadece. Bayramlar ve kandiller de olmasa, insanın kutsal zaman algısı, modern zamanın tahripkâr seline kapılıp tamamen kaybolup gidecek neredeyse.
Zamanın ve mekânın kutsallığını iptal etmek hem zamanı hem mekânı gözden çıkarmamız sonucunu veriyor. Kutsal zamanlarımız azaldıkça kutsal mekânlarımız da azalıyor. Kutsal mekân denince aklına cami ve Kâbe’den başka bir şey gelmeyen insanlara, bir zamanlar hocanın oturduğu minderin talebelerince kutsal olduğunu, babanın koltuğunun babaya hürmeten başkalarınca kullanılmadığını, bazı şeylerin ‘baba yadigârı’ denilerek saklandığını hatırlatsak bir şey ifade eder mi acaba?
Mutlu ve huzurlu olmak isteyen insan, hayatın durmaksızın akıp giden yetişilemez hızından kurtulmalı ve bu tayin edilmiş vakitleri bilinçli bir şekilde yaşamalı. Tersinden söylersek de olur: Teheccüde kalkan, işrak bekleyen, kuşluk kılan, kaylule yapan, kerahat vakitlerine dikkat eden bir insan ancak hayatın şeytansı süratinden kurtulabilir ve huzura erebilir. Elbette, günümüzde tüm bunları yapmak zor iştir, diyeceksiniz. Belki birçok mazeret beyan edeceksiniz: Okul, sınav, iş, toplantı, sinema, dizi vs. Ancak yine de, en azından, günü tüketirken insan, hangi vakitte olduğunu, o vaktin değerini bilmeli ve idrak etmeli. Ya da huzursuzluktan, iç huzuru bulamamaktan boşuna şikâyet etmemeli.