Sana her gün sağlı sollu ilahi nefhalar akıyor, yeri geliyor fırtına gibi geliyorlar, iç aleminde ne saraylara, ne saltanatlara anahtar oluyorlar, fakat senin içindeki korku ve kaygıların birer görüntü olmuşlar; âlem bizden ibaret diyerek koca bir yalanla kandırıyorlar, korkutuyorlar.
Bir abimiz yaptığı bir sohbette “İnsanın öz yalnızlığı çok muhterem bir şeydir” demişti. Süper bir söz. Kalabalıklaşan dünya(mız)da yalnızlığa övgü dikkat edilmesi gereken bir nokta. Yalnızlık… Her ne kadar yalnız değilmişiz gibi görünsek de, aşikâr bir gerçek var ki: Yalnızız. Kimi birazcık deşelesem, yalnızlığıyla karşılaşıyorum. Kalabalıklar içinde yaşadığımız bir yalnızlık bu. Belki de ömrümüzün sonuna kadar sürecek cinsten. Bu konu birçok açıdan önemli. Basit bir kimsesizlik hâli değildir yalnızlık. O abinin dediği gibi, muhterem bir şey. Belki de mânâya açılan kapılar hep yalnızlığın kollarında gizli. Peygamber Efendimiz`i Hira`ya çeken neydi acaba? Neden yalnız kalmak istiyordu? Uzlet deniyor buna tasavvufi literatürde. Halktan kaçıp Hakk`la birlikte olmak, O`na yönelmek. Tenhalarda Yâr`i beklemek… Allah ile kurulan sağlıklı bir ilişki haricinde kimse yalnızlığına çare bulamayacak kanaatimce. Cem Karaca`nın o unutulmaz deyişi ile: Allah yâr…
Zafer abim ile de bu konuyu konuştuk ve çok önemli şeyler yazıştık. Öz yalnızlığımızı koruyamadığımızdan, iç dünyamızdaki karmaşa ve kargaşadan söz açtık. Aramızda şu diyaloglar geçti. Latifeler içindeki hakikatlere dikkat: Ben: Seninle yollarımız ayrılıyor biliyor musun? Zafer: Din mi değiştirdin?
Ben: Senden kopacağım abi.
Zafer: Kopamazsın.
Ben: Köşeme çekileceğim, cidden.
Zafer: Mümkün değil, çünkü sana engel olan senin içinde.
Ben: Bak sen bunu söyledin, valla içim ışıldadı…
Zafer: Sana her gün sağlı sollu ilahi nefhalar akıyor, yeri geliyor fırtına gibi geliyorlar, iç aleminde ne saraylara, ne saltanatlara anahtar oluyorlar, fakat senin içindeki korku ve kaygıların birer görüntü olmuşlar; âlem bizden ibaret diyerek koca bir yalanla kandırıyorlar, korkutuyorlar. Aynı büyüklerin çocuklara öcüüüüü! dediği kadar basitler, ancak o kadar güçleri var. Onların hiçbirisinin insanın vücudunda gerçek bir merkezleri yok, olsaydı zaten hepimiz ebediyen onların egemenliğinde kalırdık. Bir illüzyon oldukları çok açık.
Ben: Valla şu sözlerin o kadar kıymetli ki… Peki senden kopamamam da mı bunlarla ilgili?
Zafer: Başkasını bulamadın da bu konularda ondan. Ben de hâlâ bulamadım. Sadece devrimizin büyükleri bunları görebiliyorlar.
Ben: Bunları neden fâş etmiyorlar? Açıklamıyorlar açık seçik?
Zafer: Aslında bu işlerin teknik açıklamalara ihtiyacı var, o devir yaklaşıyor... Günümüzdekiler, sünnetin yaşanmasıyla bu anlattıklarımızın hakikatinin yaşanacağını düşünüyorlar ve belki de daha mühimi insanın her şeyi kendi mücadelesiyle anlayabileceği sırrını biliyorlar, bu yüzden fazla kelamla hataya düşmek istemiyorlar. Hem bu zamanın insanı çok yabancı bu işlere; devir hazır değil, insanlık hazır değil. Ve bir durum daha var ki... Şu hakikati biliyorlar: Tesir etmeyecekse hakikati bile söylemek boşa olacaktır.
Ben: Ah... Bam teli o di mi?.. Tesir etmiyor.. Etmeyeceğini de biliyorlar..
Zafer: Evet. Bu maddeleri bir araya getirince sebep ortaya çıkıyor... İşin daha enteresanı millet bunu anlasa ve sen anlamasan, bunun senin için ne anlamı olabilir ki...
İşte böyle. İnsan ve iç dünyası üzerine sayfalarca kelam etsek az. Bütün derdimiz kendimizi hatırlamak ve başkalarına gücümüz yettiğince kendini hatırlatmak. Çünkü Ahmet Hamdi Tanpınar`ın da bahsettiği gibi, “hayatı boyunca kendine rastlamamış” insanlardan biri olmak istemiyoruz…