‘‘Nefsini bilen Rabbini bilir’’ düsturunca tabi ki keşfetmek isteyeceksin kendini. Bir doğan kuşu isen elbet padişahın koluna layıksın, kendini tırnaklarını sökecek, gaganı kesecek bir koca karıya emanet edersen yazık olur.
"Bir ben vardır bende, benden içeru” diyen Yunus, yıllar yıllar öncesinden bizi içimizdeki ben’i keşfetmeye yöneltmiş olabilir mi?
Aklın yolu bir, derler. Batı da içimizdeki ben’in keşfine dair onlarca yıldır kitaplar yayınlıyor, çalışmalar yapıyor. Hepimizin bildiği gibi, bu alanın bir sektörü bile var: Kişisel Gelişim. Belki binlerce kitap, bir o kadar hayat öyküsü, altın kurallar, filmler, Facebook ve Twitter akışında mantar gibi biten özlü sözleri ile kişisel gelişim sektörü bütün eleştirilere rağmen canlılığını koruyor. Çünkü insan bir hazine. İçine doğru çevirmeye görsün bakışını, Necip Fazıl misali Çile sahibi olur mu bilinmez ama fark etmesi mümkündür ki içindeki “kadar iniş ve çıkış”ı tabiatta göremeyecektir.
Fakat Batı’nın ele aldığı bu yolculukta ters giden bir şeyler var. Batı felsefesi ile yazılmış bir iki kişisel gelişim kitabı okumanız bunu görebilmeniz için kafi. Amiyane tabirle kişisel gelişim kitapları bir gram bal için kilo kilo keçiboynuzu yemeye mahkum eder sizi. İyi gaz verir, at arabasına konan sinek misali, “amma da toz çıkartıyorum ha” zannedersiniz. Ego’nuz ilk imtihanda bir balon gibi patlayıverir.
İnsan eşref-i mahlukattır evet ama görsek belki midemizi bulandıracak “çiğnenmiş bir et parçası”dır (mudga, Mü’minun;14) ilk hâlleri. İnsan ahsen-i takvim üzere yaratılmıştır (Tin;4) evet ve bu yaratılışı koruyarak ala-yi illiyyin, yücelerin yücesi makamına da erişebilir, koruyamayarak esfel-i safilin, sefillerin de sefili çukuruna da düşürebilir. Yani ki gözümüzü açalım, insan olmamız tek başına bir şeye kafi değil. Daha yolun başlangıcı. Elbet çok güzel bir başlangıç, Rabbin seni solucan olarak değil, diken olarak değil, okyanus dibinde bir bakteri olarak değil “insan” olarak yaratmış.
"Nefsini bilen Rabbini bilir" düsturunca tabi ki keşfetmek isteyeceksin kendini. Bir doğan kuşu isen elbet padişahın koluna layıksın, kendini tırnaklarını sökecek, gaganı kesecek bir koca karıya emanet edersen yazık olur. Eğer bir çınar fidesi isen, seni kafeslere hapsedecek bir zalime değil istidatlarını ortaya çıkarıp inkişaf ettirecek bir eğitimciye gideceksin. Ben’ini keşfetmeli fakat bırakman gereken yeri de bilmelisin. Yoksa hızını kesmeden ilerleyen arabanın dönemediği ilk köşede savrulması gibi sen de savrulur gidersin bu hayat çarkında. Frene basmasını bilmelisin. Bilemeyeceksen bir bilene gitmelisin.
Ben’liği -Yavuz’un işaret ettiği gibi- “bir veliye bende*” olarak eritmeye niyet etmek en güzel yollardan biridir. Bende olup benliğini eritmeli ki, tasavvufta “ene(ben) tahtına oturanı irşad mümkün değildir” derler. Kendini keşif sürecinin en lezzetli kısmıdır aslına bakarsan, bende’lik kısmı.
Cenab-ı Pir Mevlana da yine ne güzel bir yol gösterir:
“Men bende-i Kur’ânem, eger candârem / Men hâki rehi Muhammed Muhtârem”
Canım bedende olduğu müddetçe ben Kur’an’ın sadık bir kölesi, Muhammed’in (s.a.v.) ayağının yolunun tozuyum.
Yani ki sen başı boş yaratılmadın (Kıyame,36). Özelsin evet, kıymetlisin evet. Ve bütün bu özellik, kıymet hâli hikayenin en başından geliyor. Sen, insanoğlu “nefahtu fîhi min rûhî” (Hicr,29) sırrına mazharsın. Keşfedeceğin öz orada gizli işte. Nefs girdabındaki ben’de değil.
Özgürlük kullukta saklı. İnkişaf Rasulullah’ın (s.a.v.) ayak izlerinde gizli. Çocukların çamur ve tahta parçaları ile oynadıkları evcilik oyunları gibi sahte olmasın kendimizi keşif sürecimiz. Gayret edersin, yorulursun, terlesin ve hatta keyif de alırsın ama bir rüya gibi, bir kabus gibi kalıverir elinde bütün ömrün. Arayışını bir zemine oturttur, sağlam bir rehber edin ki yolculuğun kutlu olsun.
*Bende: Farsça, köle demektir. Allah’a kul olmak. Mürid. Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, Rehber yayınları, 1997 baskısı, Prof.Dr. Ethem Cebecioğlu