Marks maddi durumunun biraz düzeldiği dönemlerde, özellikle Amerikan hisseleriyle İngiliz Borsası’nda spekülasyonlar yapmıştır. Devrim sonrasında borsanın kesinlikle lağvedilmesi görüşünü şiddetle savunan “Komünist Manifesto” eserinin yazarının, frak elbise giyen ve silindir şapka takan bir burjuvaya dönüşmesi oldukça manidar bir durumdur.
Hayatı muazzam çelişkilerle dolu olan Karl Heinrich Marks, 5 Mayıs 1818’de Prusya’nın Ren bölgesinde bulunan ve Almanya’nın en eski kasabası olan Trier’da, mütevazı bir kasaba evinde doğmuştu. Varlıklı sayılabilecek dokuz çocuklu bir ailenin hayatta kalan en büyük erkek çocuğu olan Karl’ın babası, Yahudi olmasına karşılık, daha sonraları meslek seçimi nedeni ile Lutheryen1 olmuştur.2 Anne Marks ise, Yahudi bir din adamının kızı olmasına rağmen, içinde bulundukları dönem gereği Hristiyan olmanın sosyal açıdan daha faydalı olacağı kanaati nedeni ile din değiştirmiştir. Bu bağlamda Hristiyan olarak vaftiz edilen Marks, özellikle lise yıllarında Hristiyanlık inancı ile alakalı olarak farklı makaleler kaleme almıştır.3 Hatta daha sonraki yıllarda ortaya atmış olduğu görüşlerini de İncil’den alıntı yapıp, kendi amaçları doğrultusunda düzenleyerek sunduğu, diğer bir ifade ile çarpıttığı yani dogmalarının orijinal olmadığı yönünde ciddi eleştiriler vardır. Ünlü biyograf Robert Payne, “Marks Hristiyanlığa sırtını dönünce, bu kez aynı dinsel tutkuyu ve yabancılaşma dehşetini sosyal adalet fikrine katıyordu.” ifadesi ile bu gerçeğe dikkat çekmiştir.4
Üniversite yıllarında siyah sakalları, kalın saçları ve sert mizacı nedeniyle arkadaşları ona Moor5 diye hitap ediyorlardı. Bu dönemde Marks’ın fikir dünyasının şekillenmesine sebep olan en önemli aktörler, şüphesiz Feuerbach6 ve Hegel7’dir. Feuerbach’ın “Hristiyanlığın Özü” adlı eseri sayesinde Hristiyanlığın reddini rasyonalize etmiştir ve “Tanrı insanı değil, insan Tanrı’yı yaratmıştır!” mantığı ile hayatına devam etmiştir.
Ailesinin aşağı yukarı tüm davranış ve seçimlerinden oldukça muzdarip olduğu Marks, 1843’te karşılıklı ailelerin itirazlarına rağmen, Jenny von Westphalen ile evlenmiştir. Zaman içerisinde kendisine altı çocuk bahşedilen Marks’ın sadece iki kızı belirli süre hayatta kalabilmiştir. Diğer çocukları ise yetersiz beslenme, açlık gibi nedenlerle ölmüş ve bazıları ise Payne’e göre, Marks nedeniyle intihara sürüklenmiştir.8 Marks’ın
İlahi Kudret’in varlığından bihaber olduğu ya da kabullenmek istemediği bir dönemde tanıştığı Engel, onun bundan sonraki hayatının en önemli aktörlerinden birisi olmuştur. İlk kez Paris’te karşılaşan bu iki kafadar, birbirlerinin düşünce ve ruh âlemlerini ciddi biçimde etkilemişlerdir. Hayatı uzun bir kaçış ve debdebe ile dolu olan Marks, nihayet Londra’ya yerleşmiş ve buradaki çalışmaları sonucu, “Komünist Manifesto” gibi önemli eserleri arasında gösterilen ve defalarca çürütülen “Das Kapital” adlı eserini 1867’de oluşturdu. Ne var ki “Das Kapital” beklenen etkiyi 20.yy’a kadar pek gösterememiştir. Bu döneme ilişkin bir diğer dikkat çekici not ise, Marks’ın maddi durumunun biraz düzeldiği dönemlerde, özellikle Amerikan hisseleriyle İngiliz Borsası’nda yapmış olduğu spekülasyonlardır. Devrim sonrasında borsanın kesinlikle lağvedilmesi görüşünü şiddetle savunan “Komünist Manifesto” eserinin yazarının, frak elbise giyen ve silindir şapka takan bir burjuvaya dönüşmesi oldukça manidar bir durumdur.
Hayatının uzunca bir süresini hasta olarak geçiren Marks, 1881’de eşini kanserden kaybetmiştir. Bu sıralarda eşinin cenazesine dahi katılamayacak kadar hasta olan Marks, iki yıl sonra eşi gibi Jenny ismini verdiği kızını da aynı hastalıktan kaybetmiştir. 17 Mart 1883’te ise kimileri için ebedi saadetgâh, kimileri içinse tarifi imkânsız sıkıntıların yaşanması muhtemel olan yolculuğa doğru yol almıştır. Ölümünden sonra Marks’ın izinden yürüyen ve hayatta olan iki kızı da sırasıyla 1898 ve 1911 yıllarında intihar ederek ölmüşlerdir.
Marks, özel mülkiyetin kavga, sınıf mücadelesi ve bir kölelik biçimi olduğunu öne sürmüş ve bu sistemin tamamen ortadan kaldırılması gerektiğini savunmuştur. Bununla birlikte özel mülkiyetin ortadan kaldırılması ile mübadeleye ihtiyaç duyulmayacağını, bu nedenle mübadele ve dolayısıyla para olmadan da üretim ve tüketim sisteminin işleyebileceğini, hatta daha makul seviyelerde işleyebileceğini savunmuştur. Yine çocukların anne ve babaları tarafından sömürüldüğü gerekçesi ile geleneksel aile yapısının ortadan kaldırılmasını savunmuş, aile eğitimi yerine toplumsal eğitim mantığı ile hareket etmiştir. Bu bağlamda öğrenim hayatının her aşamasında da paralı eğitime karşı çıkmıştır.
Son olarak Marks’a dair belirtilmesi gereken bir diğer husus da elbette içtimai hayatın en önemli panzehri konumunda olan din ile alakalıdır. Marks, “din halkın afyonudur” sloganı ile komünizmin, din, maneviyat ve ezeli hakikatleri yeni bir temele oturtmak yerine, tamamen ortadan kaldırdığını ve tüm geçmiş tarihsel kalıpları yıktığını ifade etmiştir.
Polonya Komünist Partisi eski lideri Leszek Kolakowski, “Marks’ın tüm önemli kehanetleri yanlış çıktı” diyerek durumun vehametini ortaya koymaktadır. Bu bağlamda bakıldığında;
- Kapitalizmin hükmü altında yüzyıllar boyunca daha fazla sermaye birikimi gerçekleşmiş olmasına rağmen, karlılık oranı düşmemiştir.
- İşçi sınıfı her geçen gün daha ciddi bir sefalete düşmemiş aksine sanayileşmiş ülkelerde işçi sınıfının yaşam standartlarında önemli artışlar meydana gelmiştir.
- Say yasasını9 kabul etmeyen Marks’ın görüşlerinin aksine, eğer bireyler bir ürünü talep etmezler ise, o mal için ne kadar emek harcandığı bir anlam ifade etmemiştir ve etmemektedir.
- Emek-değer teorisi gereği, emek yoğun endüstrilerin sermaye-yoğun endüstrilere nazaran daha fazla karlı olması gerektiği görüşüne rağmen, tecrübeler ile sabittir ki, endüstriler arasındaki karlılık oranları benzeşmektedir.10
- Teknolojik gelişmenin ya da makineleşme yani otomasyonun işçi sınıfını ortada bıraktığı görüşüne karşı olarak ise, nitelikli işgücünün otomasyon sayesinde gelir düzeyinin arttığı, yalnızca niteliksiz işgücünün bu durumdan olumsuz etkilendiği açıktır. Eğitimin gerekliliği göz önüne alındığında bu durumun, kişilerin gelişmişlik düzeylerine negatif değil pozitif yönlü bir katkı yapması gerekliliği açıktır.
Bu bağlamda Marksistlere göre sosyalizm, komünizme geçişte yaşanması gerekli bir basamaktır. İlk tohumları Fransız İhtilali’yle atılmış olan sosyalizm, vatan ve mukaddesatı tahrip ederek komünizm ve anarşiye sebebiyet vermiştir. Sosyalizmin hâkim olduğu ülkeler, zulmün, baskının hakim olduğu ve medeniyet ve istiklaline sahip olmayan milletler olmuş ve olacaklardır.
Kapitalizmde ise hürriyet esastır. Fakat böyle bir ortamda fazla kazanma arzusu hergün daha fazla kazanma arzusu meşru sınırlar içerisinde tutulamamıştır. Bunu sağlayacak müessese ve müeyyide de yoktur. Kapitalizm kontrolsüz kazanma enerjisi, yoldan çıkmış kötü fırsatlar ve israf edilen bir hayat olarak tanımlanabilir.
Yine sosyalizmin mutlak manada karşı çıktığı özel mülkiyet hususunda da İslâmiyet, doğuşu esnasında özel mülkiyetle karşılaşmış ve onu kaldırmak yerine, mülkiyeti elde etme yollarını ıslah etmiş ve özel mülkiyet hakkı yanında bir de amme (kamu) mülkiyetini müesseseleştirerek içtimai hayatı düzenleme adına oluşturulmuş diğer sistemlerden ayrılmaktadır.11
Bu bağlamda bakıldığında, mutlak manada mülkiyetin sahibi Allah’tır. Allah malın yaratıcısı, hibe edeni ve rızık olarak vericisidir. Bu sebeple Kur’an-ı Kerim bu gerçeği “Onlara Allah’ın size verdiği maldan verin...” (en-Nûr, 24/33); “Size rızık olarak verdiklerimizden infak edin” (el-Bakara, 2/254); “Allah’ın bol olarak verdiği nimetinde cimrilik edenler, sakın bunun kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar, bilakis bu onların kötülüğünedir. Cimrilik yaptıkları şey kıyamet günü boyunlarına dolanacaktır. Göklerin ve yerin mirası Allah’ındır. Allah yaptıklarınızdan haberdardır” (Âl-i İmrân, 3/180) gibi ayetlerde malı, gerçek sahibi olan kendisine izafe etmek suretiyle veya “...Allahın sizi vâris (halef) kıldığı şeylerden infakta bulunun...” (el-Hadîd, 57/7) ayetinde olduğu gibi malda insanın bir vekil veya halef yahut hazine emini durumunda olduğunu açıklayarak vurgulamaktadır. Bununla beraber malın gerçek sahibi olan Allah (c.c.), malı insana izafe etmektedir. İnsanın bir şeye malik olması demek, malın kendisi veya menfaati ile faydalanmaya başkalarından daha haklı olması demektir. Bu haklılık da kazanma, akit, miras ve benzeri gibi meşru mal elde etme vasıtalarından biri ile mala sahip olmaktan kaynaklanmaktadır.12
Bu konu ile ilgili olarak şu manidar söz, aslında bahsedilen tüm cümlelerin geniş manalı bir özeti mahiyetindedir;:“Kapitalizm ve sosyalizm, biri necistir, diğeri encestir. Tahiri mutlak yalnız desatiri İslamdır.”
1- Protestanlığın kurucusu sayıları M. Luther’e tâbi olanlara Lutheryen veya Reforme denir. Alman, İskandinav ve Baltık ülkelerinde bu mezhep yaygındır.
2- Bir avukat olan baba Marks, 1816’da Yahudilerin hukuk alanında çalışmalarının yasaklanmış olması nedeniyle din değiştirmiştir.
3- Yazılarından bazıları, “İman Edenlerin İsa İle Birleşmesi”, “Tanrı Tarafından Reddedilme Korkusu”
4- Mark Skousen, “Modern İktisadın İnşası”, sf.118 - 119
5- Önemli ölçüde Kuzay Batı Afrika’da yaşayan, etnik olarak Berberi ve Arap melezi Müslüman topluluklarına verilen isim.
6- 19. yüzyıl Alman materyalizminin ilk düşünürü olan Feuerbach’ın temel eseri Hıristiyanlığın Özü’dür.
7- Alman Filozof.
8- İlerleyen dönemlerde Marks’ın gayrimeşru çocuğu olduğunu öğrenen kızı intihar etmiştir.
9- İktisat literatüründe, “Her arz kendi talebini oluşturur” olarak ifade edilen ve John B.Say tarafından ortaya atılan Klasik İktisadi görüş.
10- Mark Skousen, “Modern İktisadın İnşası”
11- Fahri Demir, İslâm Hukukunda Mülkiyet Hakkı ve Servet Dağılımı, Ankara 1986, s. 127
12- Yusuf el-Kardâvî, Fıkhuz-Zekât, Beyrut 1389/1969, I,127-129