İnsanın İslam tarafından muhatap olarak kabul görmesi için akıl baliğ olma şartımız var, eyvallah. Fakat akıl hiçbir zaman hikmete ulaşma yolunda, kalbin mamur bir saray olması yolunda yeterli gelmemiş, yeterli görülmemiş. Akılsız olmuyor fakat akıl da yetmiyor.
Çamura batmış eşek. Aşktan habersiz insanın aklına bu yakıştırmayı yapıyordu Mesnevi. Aklın, insanı çamura batırdığı gibi, aklın batmasını da anlatır Hz. Pir.
Özel TV’lerin ilk çıktığı zamanlarda, bir gün ana haber bülteninde şu başlıkla bir haber yayınlandı: Artık gönül rahatlığıyla Allah var diyebilirsiniz!
Bilim o günlerde, evrendeki enerjinin yok olmayacağını ancak değişim gösterebileceğini dolayısıyla yoktan da kendi başına var olmayacağını keşfetmiş. Bu yüzden bir ilk yaratıcı olmak zorundaymış. Bu yüzden biz de rahatlayabilirmişiz. Göğsümüzü gere gere “Allah var” diyebilirmişiz. Güler misin ağlar mısın?
Kendi acziyetini göremeyen insan, akıl ikramı ile o çamurda nasıl da debeleniyor. Modern bilim dedikleri sahada bol örnekler var... Yıllarca kolesterol diye insanları korkutan tıp dünyası, daha sonra bu kuleyi yıkıyor. Tabi -af buyrun- parayı cebe indirdikten sonra.
İnsanın İslam tarafından muhatap olarak kabul görmesi için akıl baliğ olma şartımız var, eyvallah. Fakat akıl hiçbir zaman hikmete ulaşma yolunda, kalbin mamur bir saray olması yolunda yeterli gelmemiş, yeterli görülmemiş. Akılsız olmuyor fakat akıl da yetmiyor.
Namazın, abdestin faydaları konusunda ne kadar çok ‘bilimsel’ bilgimiz var mesela. Vücudumuzun akupunktur noktalarına değmesi, temizlik açısından faydaları, sinir ve kas sistemimize etkileri vs vs sayfalarca bilgi sayabiliriz...
Orucun faydalarını sayarken açların halinden anlamak cümlesiyle başlıyoruz, açken tamir olan sindirim sistemimiz, midenin dinlenmesi üzerinden devam ediyoruz. Fakat namaz konusunda bildiklerimiz huşumuzu, oruç hakkında ezberlediklerimiz orucumuzun sıhhatini garanti ediyor mu?
Hamidullah hocanın Avrupalı insanların İslam’ı tercihine yönelik tespiti önemlidir. İnsanlar akılla değil daha çok gönülle kani olduktan sonra dinlerini, hayatlarını değiştiriyorlar. Gönül doyunca, mutmain olunca insana zor gelen kalmıyor. Ferhat dağı deliyor, Kays çöllerde aslan yelesi okşuyor.
İbadetlerde de, basit gündelik işlerde de akıl yeterli gelmiyor. Bilmek, yapmayı garanti etmiyor. Fakat seven insan, çözüm buluyor, sıkıca sarılıyor, ne dar vakitte namazını geçiriyor, ne verdiği sözü rafa kaldırıyor. Yıllarca hep akla uygunluk, mantıkî geçerlilik, bilimsel gerçekler diye diye aklımızı gönülden iyice ayırdılar. Halbuki zaten İkbal’in dediği gibi, dünyadaki en uzun yoldur, akıl ile gönül arası.
Yine İkbal belki de o yolu kısaltacak ipuçlarını veriyor bize, güve ile kanatları yanmış pervanenin hikayesinde.
«–Bak!» dedi pervane. «Ben bu aşk için kanatlarımı yaktım. Hayatı daha canlı kılan çırpınış ve muhabbetlerdir; hayatı kanatlandıran da aşktır!..»
Bu yol ince uzun bir yol. Akılla gidilecek yol var, aklın bırakılacağı ayrım var. Maksat belki de ne akla ne de aşka sıkı sıkı sarılmak. Daha ince bir mana, daha derin bir sebep…
Aklın batırılmasını da yine Hz. Pir’den öğreniyoruz. Bizi bu bilgi/seziş ile karşılaştıran Ayşenur Vural hocamıza teşekkür ederek, o bölümü de buraya alalım:
“Aşk” dedi, “o, her gemiye son yüktür...” (6/3996)
“Son yükü asıl bil, işi o görür, vesvese ve yoldan çıkış gemisini o batırır. (meâş olan) Akıl gemisi batınca (insan) şu gök kubbede bir güneşe döner! “ (6/728-9)
Sevilenin kaşı, gözü, sevenin bahtı hep kara (leylî, sevda) olur ya, acaba şems’in/güneşin parlaklığı daha bir ortaya çıksın diye midir?