Boy abdestini hiç duymamış öz babasının cenaze namazında tekbiri elâleme baka baka alan, temizlikten, tahâretten habersiz, besmeleyi hacı hoca işi bilen bir neslin cehaleti içimizde her geçen gün daha da büyüyor. Hey dünya!
Yaşıyor olduğumuz hayat, sanki, bizden öncekilerin hayallerine tekâbül ediyor. Bir başka deyişle, onlar hayal etti, çalıştı, oldu bu iş; yetişen yetişti, yetişemeyen, îmanı, samimiyeti emek ve ameli kadar rahat bir toprak bağrında, “vakti” bekliyor...
Bu günleri görmek isteyip, yıllarca, hülyalarına, belki de alın teri ve gözyaşı ile su vermiş onlarca milyonun arkasında bıraktığı nesiliz biz.
Neredeyse yüz yıldır hiç olamadığımız kadar rahatız. “Zor zamanlar” diye anlatıla anlatıla tüketilemeyen geçmişin içerisinden çıktık ve hakikatte asıl zor bir zamanın da içerisinde buluverdik kendimizi.
Maddeye dayalı hissedilen rahatlığımız, mânâ ve mâneviyatın zarar defterinin kabardıkça kabardığını görebilecek gözlerimizin âdetâ önünü perdeliyor.
Birbirimizle olan yakınlık, irtibat ve ilgimiz de gitgide müstakilleşen hayatlarımızda iyiden iyiye zayıflıyor. Artık insanların kendi evlerinde bile odaları ayrı ayrı; televizyonları, bilgisayarları, telefonları hep kendi şahıslarına ait... İnsanların, başkaları için olabileceklerinde kayda değer bir azalma var.
Komşuluk, arkadaşlık, akrabalık gibi kişileri birbirine “emanet ve kardeş” yapan onca değer, bir bir el sallayıp ufka doğru yol alıyor...
Her istediğini, şimdi olmazsa yakın zamanda elde edebilme imkânı kazananlarımızın sayısı, hızla artıyor. İki mahalle ötedeki doktoru kendisine uzak görenlerimizin sayısı da...
Bir tezatlık var. Bize yaramayan bir ferahlığı teneffüs ediyor ciğerlerimiz, ruhumuz.
Ve alınlarımız… Secdeleri kendimize kırgın bırakan, kalplerimizle arasındaki damarda “hayati” tıkanıklıkların olduğu, idrak stendinden yoksun ve her geçen günün üzerinde beliren yeni çizgisine kaynak teşkil ettiği alınlarımız…
Bir tezatlık var. Kazandıkça harcayan, harcadıkça doymayan, doymadıkça acıkan bir hâlimiz var.
Şöyle bir bakılsa, ortaya konulan tasaddukla, bir bir açılan kapıların iştahı ile yeni yeni oluşumlar, kurumsal yapılar, güzel binalar, yeni malzeme ve donanımlar da var.
Ya insanlık, ya kişilik, ya şahsiyet, ya kalite, ya şuurluluğumuz ne âlemde? Farkında olmadan içinden çıkıp çıkıp gittiğimiz elbiselerimiz mi yoksa bunlar?
Kendisini giderek etrafından, özünden, sözünden, dilinden, dîninden soyutlayanlara sorulması gereken sorular değil mi bunlar?
Nasıl olsa, haftalık gelenlerden de olsa, böyle bir çağrıya kulak verecek olanları içlerinden çıkar diye, bir Cuma, cemaate yönelik, şöyle bir furya başlasa:
Başka günlere göre onlarca kat cemaate sahip olunan Cuma günleri, camilerde, hutbe îrad eden hocaefendiler, okudukları yazıdan sonra yeni bir inşaatın başlaması için cemaatten yardım talebinde bulunsalar, haftalarca, hatta aylarca...
Yeni bir inşaat; cemaat inşaatı, cemaat inşâsı...
Cuma Namazı sonrası bahçe ve kapıdaki görevliler, “cemaat inşâsına yardım” için seslenseler halka...
Deseler ki: “Bir eksiği kalmadı camimizin. Her bir yanı tamam oldu. Yeterince harcadık. Ama içinde cemaat yok! Okunan ezanı duyan da yok. Namazlarda aramızda hiç çocuk yok, genç yok, hatta orta yaşta kimse yok!
Yardım edin! En değerlilerimiz, geleceğimiz, çocuklarımız, gençlerimiz elden gidiyor...
Para istemiyoruz. Yardım istemiyoruz. Bize artık çocuklarınızı verin! Komşularınızı, yakınlarınızı verin.
Bugün ikindi için de buyurun... Bir selâda, bir Cuma’da değil, her ezanda buluşalım.
Evlerimiz yan yanayken, işlerimiz yan yanayken, bize her türlü lütufta bulunan Rabb’imizin huzurunda durup yan yana saf olalım!...”
Bir yaz daha yaklaşıyor... Yaz, bir bakıma, camilerin, sabahtan öğleye kadar cıvıl cıvıl çocuk sesleriyle dolu olduğu bir mevsim.
Ülkemiz halkının %82’sinin, dini bilgilerinin, hayatında, sadece bir ay boyunca camide aldığı eğitimden müteşekkil olduğu gerçeği neremizi cayır cayır yaksa acaba?
Boy abdestini hiç duymamış öz babasının cenaze namazında tekbiri elâleme baka baka alan, temizlikten, tahâretten habersiz, besmeleyi hacı hoca işi bilen bir neslin cehaleti içimizde her geçen gün daha da büyüyor. Hey dünya!
Bir inşâya başlamak lazım artık... Yeni yeni mekânlar inşâ ederken, yeni yeni kalplere de çimento vurmak, gönüllere örülen sağlam îman duvarlarını, Hakk’ın boyasıyla boyamak lazım.
Hem kendimiz, hem bir başkası için, özellikle de ardımıza düşmüş, izimizden yürüyecek yeni nesil için bu çağrıyı yüceltmek, yüksekte tutmak lazım.
Her yaştan, her gönül, bir cennet köşkü inşaatının müstakbel şantiye alanı değil mi?