Direksiyona geçen adamın ehliyeti var mı, yok mu diye bakmıyorlar mı birader? Bir işyeri veya atölye açacak olsan, bunun resmi bir prosedürü yok mu yahu!? Her şeyde bir liyakat ve yeterlilik aranırken, en önemli olan “aile kurmak” konusunda neden bu kadar serbest oluyor her şey!?
TRT’nin “Böyle Bitmesin” dizisinin beğenilerek izlendiği yıllarda başladı bütün bunlar… Âkil adamlardan biri, mecliste bir gün dedi ki diğerlerine:
- “Böyle Bitmesin” diyoruz iyi, güzel de… Öyle başlarsa, böyle bitmez mi üstâdım?
- Haklısın aslında… diyerek tasdik etti üst kuruldakilerden biri. Fakat cümlesini devam ettiremedi.
- “Hişt-i evvel çün nehed mîmâr kej / Tâ süreyyâ mîreved dîvâr kej” demeye getiriyorsun yani, dedi, bir diğer âkil adam.
- Hoca başladı gene mevlid okumaya, diyerek dalga geçti, kuruldaki âkil geçinenlerden biri. O hep böyle yapar, anlamadığı, bilmediği şeylerden intikamını alay ederek alırdı.
- Yani efendim; “mimar efendi ilk taşı yamuk koyarsa; Süreyya yıldızına dek yükseltsen bile duvar yamuktur!” demek oluyor. Üstad dedi ya, öyle başlarsa böyle biter, diye… Bu da Fârisî lisanındaki mukâbili.
- Hay seni fârisîler kovalasın emi hoca! Hah hah hah…
Alaycı adamın dalgasıyla neşelenen meclistekiler, enine boyuna, uzun uzadıya tartıştılar…
Öylesine tartıştılar ki, münakaşa şehvetlerini tatmin etmeleri saatler süren üç oturum boyunca devam etti.
“Peki, ne yapacağız o hâlde?” sorusuna cevap aradıkları toplantılar ise, neredeyse sonu hiç gelmeyecek kanlı bir muharebe gibiydi. Zira teklif edilen efkârı iğfal etmenin adını “Müsâdeme-i efkâr” koymuşlardı ya bir kere... Maalesef çarpıştırdıkları fikirler, ekseriyetle, çocukların yumurta tokuşturmaca oyunundan öteye geçemediği için, bu çarpışmalar hakikat kıvılcımlarına da sahne olamıyordu.
Nihayetinde kimsenin daha fazla tartışacak mecali kalmadığını gören meclisin reisi sazı eline aldı. Çalmaya başlayacağı zamanı iyi bilirdi zaten. O lafı tıngırdatmaya başlayınca, oynak bir türküyle kanı kaynayan avarelere dönerdi toplantıdakiler...
- Beyler, topu topu 3-4 yıllık lise veya üniversite eğitimine hak kazanmak için bile çocukları birbirinden çetrefilli imtihanlardan geçirmiyor muyuz?
- Geçiriyoruz efendim! - Hem de her türlü geçiriyoruz…
- Basit bir memuriyete giden yol, Ferhad’ın deldiği dağdan çetin bir memuriyet sınavından geçmeye bağlı değil mi?
- Dağı delip geçen Ferhad, bir de KPSS’ye girsin bakalım, çıkabilecek mi artist!...
- Direksiyona geçen adamın ehliyeti var mı, yok mu diye bakmıyorlar mı birader? Bir işyeri veya atölye açacak olsan, bunun resmi bir prosedürü yok mu yahu!? Her şeyde bir liyakat ve yeterlilik aranırken, en önemli olan “aile kurmak” konusunda neden bu kadar serbest oluyor her şey!?
- İşte öyle başlarsa, böyle biter demedik mi birader!
- Kurulan yuvalar lise veya üniversite tahsili kadar sürmüyor artık efendim… -
Trafiğe çıkan aracı bile muayene ediyorsun, bu insanların kuracağı yuva yürür mü diye neden bakmıyorsun, değil mi üstadım!?
- Aynen aynen…
- Sinemada karşılaşsalar, marketten çıkarken çarpışsalar evleniyorlar hemen… Evlilikler müsâdeme-i ebkâr’a1 döndü azizim...
- O hâlde “Eğitim şart!” diyoruz beyler…
“Eğitim Şart!”düsturuyla yola çıkan meclis, öncelikle “Evliliğe Geçiş Sınavı” diye bir imtihan tertip etti… Cinsel bilgisinden dinsel bilgiye kadar çoktan seçmeli pek çok sorunun yer aldığı bu sınav, tek başına yeterli bir kıstas olmayacaktı ama... İlkokul öğretmeninin karnesine yazdığı davranış notundan, lisede aldığı disiplin cezasına, hatta sabıka kaydına kadar her şey değerlendirilerek bir ahlâk ve karakter notu da dikkate alınacaktı…
Allah’ın emri, Peygamber Efendimiz’in kavliyle, bir de Aile Bakanlığı’nın verdiği sınav sonuç belgesiyle kızınızı oğlumuza istiyoruz…
Damat veya gelin adayının CV’lerinde yazılı referanslar, neredeyse borçlu birine kefil olmaktan da ağır mesuliyet altına giriyordu… Çünkü dağılan yuvaların, batan işyerlerinden çok olduğu bir ülkede öyle olması gerekiyordu…
İşte size örnek bir kız isteme sahnesi…
- Efendim uzun sözün kısası… Gençler birbirini görmüşler beğenmişler… Bizler de büyükleri olarak önlerine düşüp gençlere yol gösterelim istedik..
- Allah’ın emri, Peygamber Efendimiz’in kavliyle, bir de Aile Bakanlığı’nın verdiği sınav sonuç belgesiyle kızınızı oğlumuza istiyoruz…
- Oğlunuz EGS’den kaç almıştı?
- 76 ham puan…
- Hımmm! Fena değil…
- Ahlak ve karakter puanları da eklenince 98 oluyor efendim…
- Oğlum sus! A aaa! Ayıp oluyor bak! Kusura bakmayın efendim… Kendisi çok heyecanlı da! Hani oğlum diye söylemiyorum, de pek sosyaldir...
- Maşallah… Delikanlılık heyecanındandır hâliyle…
- Bizim kız, ilk tercihiniz mi?
- Eee… Şeeyy.. Aslında, nasıl söylesek bilemiyoruz…
- Hanım, sen dur… En iyisi ben anlatayım. Bizim oğlanın üniversiteden sevdiği bir kız vardı aslında… Tabi sonradan gördük ki, kız bizim oğlanın harcı değilmiş. Sınavdan aldığı puanla değil “evlilik”, “nişanlılık” seviyesinin bile altında kalmış… Yazık… Bilgi seviyesi iyiymiş de, lise yıllarındaki bir iki vukuatı varmış, onlar da karakter ve ahlak puanlarını çok düşürmüş. İşte öyle olunca ortalaması düşmüş kızcağızın…
- EGS’ye çalıştığı dershanedeki rehber abileri (!) de demişler ki “Puanına yazık kardeeş!” - Hayırlısı efendim… “Olanla ölene çare olmaz!” derler. Olanda hayır vardır…
- Aslında bizim kızı da sizden önce isteyen ne delikanlılar oldu… - Hanım haklı… Hani bir ikisinin puanı sizin delikanlıdan da yüksekti… Fakat yapılan testlerin neticesinde ilgi ve alakaları, karakterleri birbirinin tam tersi çıktı. Referansları iyi olsa da, Aile Danışmanımız “olur!” vermedi…
- Maşallah sizin de çok hatırı sayılır referanslarınız var nezdimizde…
- Peki, delikanlının mesleği nedir?
- İlahiyatçı, efendim… Hem de hafız!
- Hıımmm… Maşallah maşallah…
- Aay efendiii! Oğlan ilahiyatçıymıışş… Doktora, mühendise vermemişiz de ne iyi etmişiz… Gül gibi kızımı, bülbül gibi hocaya vereceğim…2
- Peki, bu işe olur dersek… İlerisi için, sizin düşünceleriniz nedir?
- Resmi muameleler tamamlandıktan sonra taraflar arasında “söz akdi” gerçekleştirilir. Daha sonra da İzdivac Enstitüsü’nde eğitimlerini tamamlayarak sertifikalarını alırlar ve mutlu bir yuvaya adımlarını atarlar.
- Nişanlılık süresince de ailelerin münasip gördükleri uygun bir ailenin yanında “evlilik stajı” yaparlar.
- Stajyer evlilik aşaması için hangi aileyi düşünüyorsunuz?
- Biz bu hususta sizin de yakinen tanıdığınız, Mebrûre Teyze ile Muhsin Eniştemizi düşünmüştük.
- A aaa, tanımaz olur muyuz hiç! Dünya tatlısı insanlardır… Staj için onlardan daha uygun bir çift bulunmaz…
- Dile kolay kırk beş yıllık yuva… Muhsin Eniştemizin ne yüzünü astığını gördük, ne de Mebrûre teyzemin bir serzenişini duyduk… Gençler bu asr-ı saâdet yuvasında hem hizmet ederler, hem de büyüklerinin hayır duasını alırlar. Zevc ve zevce olmayı da bir güzel öğrenirler…
- Efendim, maşallah delikanlı için söyleyecek menfi bir sözümüz yok. Fakat hemen cevap vermemiz mümkün değil. Aile büyüklerimizle de bir istişare yapalım. Hayırlısı olsun… Efendim gökten üç elma düşmüş… Ve Âdem Babamızın evlatları, yasak elmalardan uzak durdukları müddetçe cennet yuvalarında yaşamışlar…
1- Ebkâr: Bekârın çoğulu.
2- Ooohh olsun işte… Hikâye benim değil mi ya! Hakikate muhalifse de, kalem benim elimde kardeşim! Hayal de benim hayalim, yazarım da yazarım…