Sümeyye Akdemir’in Adana’dan gönderdiği Sabancı Camisi fotoğrafı ciddi bir gözlemin sonucu çekilmiş bir çalışma olarak karşımızda duruyor. Muhtemelen yaz sonunda çekilmiş ve güneşin bütün kızıllığı gökyüzünü zengin ihtişamıyla kaplamış. Minarelerin gölgesi yumuşak bir şekilde nehrin sularına düşmüş. Genel hatlarıyla oldukça iyi çekilmiş bir fotoğraf. Ters ışıkta cami çok karanlığa düşmeden, hatları tam olarak belli bir şekilde çekilmesi görselliğini artırıyor. Ancak camii genel fotoğraf içinde çok küçük kalmış. Bir tarafı karenin kenarı yaklaştırılıp daha büyük görünecek şekilde çekilse hem caminin ihtişamı daha iyi görünür, hem de camiyi tam karenin ortasına yerleştirmenin durgunluğundan kurtulabilirdik. Ayrıca birkaç metre daha sağa geçerek çekseydik bize göre sol öndeki iki minareyi bir birinden daha iyi ayırabilirmişiz. Ama genel olarak profesyonel izler taşıyan güzel bir fotoğraf olduğunu yeniden belirtmeliyim. Anladığım kadarıyla sahip olduğu makineye oldukça hakim ve ayarlarını kullanmayı iyi biliyor. Tabiri caizse makinenin hakkını veriyor. Bu da fotoğrafın hakkını vermeyi beraberinde getiriyor.
Tünel, mağara gibi karanlık ortamların fotoğrafını çekmek her zaman kolay olmaz. Çünkü çoğunlukla ışık bakımdan sıkıntı yaşanan mekanlardır. Eğer yapay ışık kaynaklarıyla aydınlatılmamışlarsa çoğunlukla fotoğraf çekmek iyi sonuçlar vermez. Ancak Şeyma Arısoy’un gönderdiği tünel fotoğrafı gibi mekanlar bazen başka yerlerde çekemeyeceğiniz farklı atmosfer sunarlar. Özellikle güneşin güçlü olduğu yaz aylarında çok iyi fotoğraflar çekmek mümkün olabilir. Bu tünel fotoğrafında içerisi oldukça iyi aydınlanmış. Fotoğraf makinasının ISO ayarı karanlıktan dolayı 320 gibi yüksek sayılacak bir değere yükselmiş ve 2.8 diyaframla birleşerek aydınlık bir fotoğraf ortaya çıkmış. Ancak biraz daha karanlık çekilseymiş daha iyi olurmuş. Bu sayede hem tünelin havası daha iyi yansırmış hem de çıkıştaki güneş patlaması bu kadar yoğun olmazmış.
Yeri gelmişken bir de uyarıda bulunmak istiyorum; Yolun yapısından oldukça işlek bir yol olduğu anlaşılıyor. Bu sebeple bu tür mekanlarda fotoğraf çekerken çok dikkat etmek gerekiyor. Çünkü şoförlerin gözleri ani ışık değişiminden dolayı ilk anda geçici olarak bir miktar görme zorluğu çeker ve sizi göremeyebilir. O yüzden çok dikkatli olmakta fayda var.
Birçok tarihi mekanın fotoğrafını çekmek, özellikle iç mekanlarda oldukça sıkıntılıdır. Ama Ömer Faruk Türkmenoğlu gönderdiği fotoğrafta farklı bir bakış açısıyla tarihi dokunun birçok özelliğini bize anlatma başarısını göstermiş. Anlıyoruz ki, yapı taş yığma şeklinde yapılmış ve küçük kubbeli odaları olan bir yer. Ayrıca kapı girişinde tavandan sarkan bakır şamdan bu tarihi atmosferi tamamlayan bir unsur olarak ben buradayım diyor. Öğle saatine yakın bir zamanda çekildiği için gölgeler sert ve en arkada görünen kubbede fazla pozlamadan bir miktar ışık patlaması olmuş. Ancak girişte kapının tamamının görünmemesi ve birkaç basamaklı merdivende kare dışında kalması bir eksiklik olarak karşımızda duruyor. Eğer kareyi dik olarak çekseydik hem bu saydığımız unsurları görür hem de genel atmosferden hiçbir şey kaybetmezdik. Bunun gibi tarihi yerleri çekerken belki de dış kapının da bir miktar göründüğü, arkaya doğru derinliğin uzandığı fotoğrafları dik açılı çekmek en iyisi olur.
Ali Kıvrak’ın gönderdiği fotoğraf, Ömer Faruk Türkmenoğlu’nun fotoğrafında olan bazı benzer özellikler taşıyor. İkisi de tarihi bir mekan ve bahçeyi de içine alan derinlikli fotoğraflar. Kıvrak’ın fotoğrafı Süleymaniye Kütüphanesi avlusu ya da ona benzer özellikler taşıyan bir yer. Yerdeki masa ve sandalyelerin dağılımı, sütunların net bir şekilde görünmesi, arkada köşenin kareye alınması ve en önde sağ köşede sütunun belli belirsiz kareye girmesi genel atmosferi tamamlayan unsurlar olmuş. Ayrıca yukardan sarkan dallar fotoğrafa ayrı bir hava katmış.
Sena Apan’ın deniz kenarında çekip gönderdiği dalgalı deniz fotoğrafı bize gönderdiği ilk fotoğraflardan bir tanesi. İlk fotoğraf olmasına rağmen oldukça iyi düşünülmüş bir kadraj çalışması yapmış. Islak deniz taşlarının yakın planda net olarak göründüğü ama deniz dalgasının da hırçın yapısını koruduğu bir kare yakalamış. Bulutlu ve kapalı havadan dolayı gökyüzünde bulutsuz alanda aşırı bir ışık patlamasından dolayı ciddi bir beyazlık olmuş. Diğer taraftan bulutla denizin buluştuğu ufuk çizgisinin fotoğrafın üst kısmına yakın olması ciddi bir derinlik kazandırmış. Ayrıca sol arkada küçücükde olsa kareye giren iskele parçasına gerek yok.
Büyük şehirlerde belediyeler bahçe ve peyzaj çalışmalarına özel önem veriyorlar. Bunun sonucu da bakımlı, belli bir teması olan çiçekleri bir arada görmek mümkün oluyor. Fotoğraf çekmek her zaman ve her yerde mümkün olmasa da çok güzel fotoğraflar çekmek mümkün. Gülsen Özek’in gönderdiği menekşe fotoğrafı böyle bir imkanın ürünü bir çalışma. Kısıtlı alan derinliği öndeki koyu mavi menekşeyi ön plana çıkarırken, arkada görünen sarı ağırlıklı flu (bulanık) alan iyi görünmemesine rağmen ciddi zengin bir fon olarak görünüyor. Fotoğrafta iki temel eksiklik göze çarpıyor; birincisi menekşe net olmasına rağmen ters açıdan çekildiği için gerçek güzelliği görünmüyor. Oysa menekşeyi çekici kılan ön yüzünde yer alan siyah beyaz ya da farklı renklerde olan benekleri. İkinci olarak ta sol arkada yer alan ağaç büyük gövdesiyle baskın bir öğe haline gelmiş. Bu haliyle fotoğrafın derinliğini bir miktar gölgelediği gibi genel atmosfere de ciddi bir katkısı yok. Ama neylersin ki o ağaç orada var ve olmak zorunda.