
Dinî hayatın televizyon camında doğru şekilde yansımasına daha vakit var gibi görünüyor. Bu beklenmeye değer bir şey mi o da ayrı bir konu. Başörtülü, tesettürlü bir oyuncuyu ilerleyen dakikalarda pijamaları ile görmek, saçını açmasına taramasına şahit olmak bizi nasıl hissettirecek acaba?
Yeşilçam geçmişinde yobaz hocalara, cahil dindarlara, başörtülü temizlikçi kadınlara hepimiz çokça âşinaydık. Başörtüsünden soyunmak çağdaşlık alâmetiydi. Sonra yavaş yavaş sinemanın yerini diziler aldı. Dini hayata ait gösterilebilecek isimler, yine kötü karakterlere verildi. Tepkiler aldı bu durum ama pek değişen bir şey olmadı. Fakat zamanla diziler değişti. Yayından kalkan, yeni yayına başlayan diziler oldu. Dine ve dini hayata daha saygılı figürler, detaylar gördüğümüz de oldu, yine Yeşilçam’dan alıştığımız yanlış namazlar, yanlış telaffuzlar da gördük. Dizi yapımcıları dine uzak dedik. Dizilerde neden başörtülü oyuncu yok dedik. Bugünlere geldik.
Bir zamanların dine, dindarlara dair en güzel belki de tek güzel sinema filmi olan Huzur Sokağı’nın dizi olarak çekileceğini öğrendik. Merakla beklendi, ilk bölümünden itibaren epey eleştirildi.
Yine bir zamanların meşhur, zengin kızı hidayete çağıran dindar erkek modeli vardı gözümüzün önünde. Evet bir zamanlar çok meşhurdu bu tip. Hatta dindar erkeklerimiz için gönlünde bir “Bilal olma sevdası” yatar mı acaba dedik. Yatıyordu da. Küçük ve taşı gediğine koyan hikâyeciklerle zengin kıza dersini veren, Necip Fâzıl ve Sezai Karakoç’tan dizelerle şımarık kızı etkileyen, Mevlana’dan bahsederek, hikmetli sözlerin ışığı ile o kızın gözlerini kamaştıran bir Bilal olma arzusu. Tabi ki yakışıklı, tabi ki zengin ve güzel kızın istediği Bilal.
“Huzur Sokağı” dizisi, sadece ilk bölümü ile romana benzetilebilir. Sonrasında senaristin kurgusu doğrultusunda ilerleyecek gibi görünüyor. Muhtemelen Bilal ve Feyza’nın daha da yakınlaşmasına, Şükran’ın çeyizlerine sarılıp ağlamasına şahit olacağız. Yaşadığı hayattan sıkılmış, manevi bir arayış içindeki Feyza’yı değil de, yavaş yavaş Bilal’i etkileyen Feyza’yı göreceğiz.
Arkadaşımın tavsiyesi üzerine okuduğum bir kitapta yazar teorisini güçlendirmek için ara ara, çeşitlik inanç ekollerinden de örnekler veriyordu. Mesela bir yerde 4444 Tefriciye okunmasından bahsederken, “Selahatin Tefriciye” yazabilmiş. Bizim zaten Oskar ödüllü yazarımız da böyle değil mi? Bir romanındaki ikindi ezanı ile ilgili hatası epey yazıldı. Ya Huzur Sokağı? Benim en son gördüğüm kısımda, “akşam yemekte sizdeyiz” diyordu Bilal. Hava çoktan kararmış, Şükran’ı yani dindar, örtülü kızı çalıştığı yerden almaya gitmiş. Akşam yemeğinde ise bayramda ne yapılacağı vs. konuşuluyor. Yani mevzu yemek, aslında bir iftar. Tabi beyaz ekranda sabah namazı güneş doğduktan sonra kılındığı için, iftar da yatsıdan sonraki bir vakitte olup, adına akşam yemeği denebilir.
Velhasıl dinî hayatın televizyon camında doğru şekilde yansımasına daha vakit var gibi görünüyor. Bu beklenmeye değer bir şey mi o da ayrı bir konu. Başörtülü, tesettürlü bir oyuncuyu ilerleyen dakikalarda pijamaları ile görmek, saçını açmasına taramasına şahit olmak bizi nasıl hissettirecek acaba? Ya da o da neticede insan diye, bu başörtülü karakterler, tıpkı diğer karakterler gibi yalan söylese, hileye başvursa, birine kötülük yapsa, kocasını aldatsa, pop müzik dinleyip, konserlere gitse ne diyeceğiz?
İşin bir başka yönü de şu ki, ideal dindar karakterleri cam ekranda görmek istedikçe, aslında bizim dindar gençlerimizin öyle olmadığını unutacağız. Tesellimiz iki reklam arası boy gösterecek bir role mi endekslenecek dersiniz?