‘Bora, hiç erkek adam bir iğneden ağlar mı?’ Yanılmıştım. Kollarında onlarca iğnenin morarttığı yerleri görünce Bora’nın tek cümlesi gönlüme saplandı... ‘’Ama abi çok acıyor...’’
Bir ders ne kadar heyecanlı olabilir? Ama Mikrobiyoloji dendi mi, sanki başlı başına bilimkurgu sahnesi. Hep hayret eden henüz hastalanmamışlar (!) için bereketli bir ders... AIDS hastalığı anlatılıyor, virüsün neden kontrol altına alınamadığı, nasıl kendini çoğalttığı gibi konular hocanın ağzından taramalı tüfek gibi çıkıyordu... Ancak gözü düşmanda değil, birkaç sıra geride oturan bir öğrencisine takılmıştı; ‘’Hayrola niye öyle ağzın açık bakıyorsun?’’ Öğrenci ilkin virüse şaşırmıştı; ‘’Hocam bu kadar mükemmel bir yapıya şaşılmaz mı?’’ Gerçekten de öyleydi, harcanılan milyarlarca dolar, kurulan onlarca laboratuvarın gizliden gizliye söylediği bir söz vardır: ‘’Hiçbir hastalık tesadüfen ortaya çıkmamış ve hepsinin yaratılışı itibariyle bir mekanizmasının ve hikmetinin olduğu”dur. Yani her hastalığın bir dermanının olmasına olan içgüdüsel iman (!) ile birçok bilim insanı, hastalıkları bir hikmetle tedavi edilebileceği inancıyla hayatlarını tüketmektedirler.
Derse ara verilmiş, marifetullah denizine tekrar dalmak için uzun soluklu nefes alıyorduk şimdi. Öğrencinin arkadaşı; ‘’Abi, bence kesinlikle bu virüsün içinde bilinç (!) var. Yoksa nasıl bu kadar mükemmel mekanizmaya sahip olabilir ve gerektiği yerlerde kararlar alabilirdi...’’ Arkadaşının sorusuna cevap iki şekildeydi: Ya o da virüsün gerçekten bir aklının olduğunu söyleyecekti ya da her şeyi kontrol eden Hâkim, Alim ve Kadir olan bir Yaratıcının her an yaratılışta olan eserlerinden bir eser olduğunu söyleyecekti. Lâkin bu iki şıklı soru zaten asıl sınavın olimpiyat sorusuydu...
‘’Ama Abi Çok Acıyor...’’
Bu bir hayat hikayesi... İnsanların gözlerindeki umutsuzluktan doğan ve belki bir gün kanser hastası Bora’nın çocuksu gülecek gözleriyle nihayete erecek olan bir yaşam hikayesi...
Moleküler Biyoloji ve Genetik’te okuduğumu sanırken dört yıllık lisansın en büyük dersini Ankara’daki Dr. Sami Ulus Çocuk Hastanesi Onkoloji Bölümü’nde almıştım... Elimizde birkaç poşet, oyuncaklarla dolu, tevafuklarla bizi çeken yolda, ölümün koridorlarından geçiyordum... 3. seviyedeki henüz hafi f derecede olan kanserli çocukların yanına girmiştim. Kanserli çocuklar... Ama daha derin hastalar vardı yanlarında; çaresiz, umutsuz ve yorgun gözlerle bitmiş anneler...
Duaların hadsiz kudreti ve ‘fe sabrun cemil’ (Artık bana düşen, güzel bir sabırdır. Yusuf, 83) güneşi olmasaydı, gözünün önünde eriyen çocuklarına hiçbir anne dayanamazdı...
Hemen bir çocuğun yanına oturdum. Konuşmaya, yap-boz oynamaya ve belki bir ‘gülümseme’ ödünç almaya çalıştım... Ta ki hemşire gelinceye kadar. Bora işte o an ağlamaya başladı, iğne vuracaklar diye... Gâfi l ağzımdan çıkan birkaç kelime... ‘Bora, hiç erkek adam bir iğneden ağlar mı?’ Yanılmıştım. Kollarında onlarca iğnenin morarttığı yerleri görünce Bora’nın tek cümlesi gönlüme saplandı... ‘’Ama abi çok acıyor...’’
Saatlerin yıllarla değiş tokuş edildiği o anlarda ‘’acaba anneler, genetik okuduğumu bilselerdi, yakama yapışırlar mıydı?’’ sorusu hep aklımda kaldı...
Şimdi o annelerin yolcu ettiği yerde, umutların gizlendiği dermanları arıyoruz... Elimize aldığımız iki bavulda iki güneş taşıyoruz okyanuslar ötesine seyahatlerde... Peygamberimiz’in (s.a.s.) söylediği “Allah, şifası olmayan hiçbir hastalık yaratmamıştır.” (Ahmet b.Hanbel: 4278, İbn. Mace 3436, Ebu Davut 3855,Tirmizi 2039) ve “İhtiyarlık hariç her hastalığın bir çaresi ve ilacı vardır.” (Buhari: 10/113, îbn.Mace: 3939).
Sahi hâlâ Bora’lar hastanelerde ablalarını ve abilerini bekliyorlar... Bir ‘gülücük’ ödünç vereceklermiş...
Her Hastalığın Bir Dermanı Vardır...
Hadislerden süzülen bir soruyu -yazılı mülâkatla- Nobel Ödülü’ne aday gösterilmiş, ‘’Nefret Etmemeliyim!’’ kitabının yazarı ve ‘’Kızlar için Yaşam’’ vakfının Başkanı Filistinli Doç. Dr. Izzeldin Abuelaish’e sorduk. Aldığımız cevap her dinden ‘’Yaşatma İdealine’’ sahip her insanın ortak algısıydı...
‘’İlk olarak, vücudumuz Allah’tan verilen bir emanettir. Bundan dolayı dikkat etmeli ve hastalıkların vücudumuzu yok etmemesi için çareler araştırmalıyız. Bu durum Müslümanları da Müslüman olamayanları da hastalıklar için çareler aradığımız çevremizin hastalıklarla olan ilişkisini anlamaya, araştırmaya ve sormaya yöneltmektedir. Vücudumuzun hastalıklar tarafından yok edilmesine izin verimemeliyiz. Bunun için doğru tedavileri uygulamalıyız. Yanlış ve zararlı olanı değil, ahlâki ve insani gerekçelere uygun olan doğru tedavileri...’’