Şiddete başvuran erkeklerin çoğunluğunun düşük benlik saygısı olan, iletişim yeteneği olmayan, ruhsal gelişimini tamamlamamış kişiler olduğu ileri sürülmektedir.
Gün geçmiyor ki kocası ya da yakınları tarafından dayak atılmış, darp edilmiş hatta öldürülmüş kadın haberleri duyulmasın. Bizzat erkeğe emanet edilmiş, onun korumasına terk edilmiş kadınların, koruyucuları tarafından itilip kakılması, masum gül yüzlerinin tanınmayacak halde renk değiştirmesi hepimizin içini acıtıyor, kanatıyor. Bireye ve topluma fiziksel ve ruhsal acı vermek, eziyet niyetiyle yapılan yıkıcı, yok edici, saldırgan davranışlar şiddet olarak tanımlanıyor. Şiddet, kontrolsüz, aşırı, birdenbire ve bazen amaçsız olarak bireylere ya da çeşitli nesnelere zarar vermeyi ihtiva ediyor.
Bu şiddeti sergileyenlerde, ahlâk ve eğitim yetersizliğinin, yoksulluğun, ilaç kullanımının, parçalanmış aile veya bozuk aile ilişkilerinin, açgözlülüğün, işsizliğin, arkadaş grubu baskısının, kötü çevre şartlarının, kızgınlık veya intikam duygusunun etkili olduğu hepimizin malumu. Diğer yandan toplumumuzda oldukça yaygın olan erkek saldırganlığının onaylanması, kadına karşı şiddet davranışının artmasına yol açan en önemli kültürel etkendir diyebiliriz. Kadına şiddet her toplumda ve her dönemde var olmuş ve var olacak bir sosyal olgudur. Şiddetin niteliğinin ve niceliğinin toplumun yapısına göre farklılık göstermesinin yanında, aynı toplum yapısında zaman içinde de değişiklik gösterebilir. Çevreden şehirlere göçün hızlandığı son yıllarda, eskiden çevre (küçük yerleşim yerleri, kırsal) şiddeti olarak tanımlanan şiddet türleri artık şehirlerde de görülmeye başladı.
Kadına şiddet konusunda psikologların, sosyologların ve halk sağlığı uzmanlarının yaptığı araştırmalar çok önemli bir bulguyu ortaya koymaktadır: “Eşini döven erkekler, çocukluklarında benzer olaylara tanık oldukları için şiddete başvururlar.” Yazının başlığını bu çıkarıma atıfla koydum. Aslında toplumda şiddet uygulayıcılar da bir nevi şiddet mağduru. Şiddete başvuran erkeklerin çoğunluğunun düşük benlik saygısı olan, iletişim yeteneği olmayan, ruhsal gelişimini tamamlamamış kişiler olduğu ileri sürülmektedir. Özellikle evlilikte şiddete başvurmanın güçsüzlük, yetersizlik duygularını yenme, özsaygıyı koruma çabası olduğu belirtilmektedir. 2007 yılında (Kadına Yönelik Şiddet, Ayşe Gül Altınay, Yeşim Arat) yapılan bir araştırmaya göre her üç kadından biri eşinden dayak yediğini söylemektedir.
Eşinden dayak yiyen kadınların yarısı bu durumdan daha önce kimseye bahsetmediklerini ifade etmektedirler. Kendileri tanışıp anlaşarak ailelerin onayıyla evlenenlerin % 28’i, görücü usulüyle evlenenlerin % 37’si en az bir kez fiziksel şiddete maruz kalmaktayken, bu oran kendileri tanışıp anlaşarak ancak ailelerin onayını almadan evlenenlerde % 49’a çıkmaktadır. Öğrenim düzeyi arttıkça fiziksel şiddet gördüğünü söyleyen kadınların sayısı azalmaktadır. Okuma yazma bilmeyen kadınlar arasında en az bir kez dayak yediğini söyleyenlerin oranı % 43 iken, yüksek öğrenim görmüş kadınlar arasında bu oran % 12’dir. Ancak bu rakamları yorumlarken yüksek öğrenim görenlerin yaşadığı şiddeti anlatmak konusunda daha ketum davranıyor olabilecekleri dikkate alınmalıdır. Kadınların, aileye kocalarından daha çok gelir getirmesi, dayak riskini en az iki misli artırmakta, bu durumda olan her üç kadından ikisi fiziksel şiddete maruz kalmaktadır. Yükseköğrenim görmüş altı erkekten biri eşine fiziksel şiddet uygulamaktadır.