İbrahim Karakoyun
İnsan nefes aldığı müddetçe türlü çilelere, acılara dûçar olur. Sevdiğinin sessizce gidişiyle irkilirken anlar “kebirin” kelime manasıyla büyük, “kabrin” tam anlamıyla küçük olduğunu. Bazen kendisindeki sıcak nimetin kıymetini, eksilen yanının cereyan yapmasıyla anlar.
Aldığı her nefeste bedeni titrer, ruhu hastalanır. Her gün nefes aldığı burnunun sızlamasını, sabrın zorluğunu, sadrın korlaştığını anlar. Kendisini küçülmüş dünya, azalarını birer bucak zanneder dünyası kararırken. Eksileni aramanın sokaklarında kaybolur. Yürüdükçe yorulur, yoruldukça yoğrulur acılarla. Bazen bitmeyen anılarla bazen uçsuz bucaksız sanılarla.
İnsanı olgunlaştıran acılardır, yüzleşme vakti geldiyse kaçmak kurtuluş değildir. Zira uçakla yolculuk yaparken müsait bir yerde inemezsin. “Sirayet ettiyse acı, içinde barınır dirayet ilacı” diyenler hayatta ve hatta kalırlar. Çünkü hâlâ söyleyecekleri vardır.
Susmak çaredir bazen yüreğime su serperken ama haykırmak da devadır çağlayandan düşüp kayalara çarparken. Dert geldiğinde onu yaşamak; o kayaya çarpma anını hissetmek, vücudunda dikişlerle, gönlünde irkilişlerle devam etmektir hayata. Devam edenler ise; bu dünyada sınanmanın sonunun olmadığını lakin dünyanın sonunun olduğunu bilenlerdir.
Dert bıçak gibi bilenir sabredenler bıçağın da körleşeceğini bilir. O bilenler parmak hesabının çözemeyeceği dertlerin münakaşasından sıyrılıp selameti arayanlardır. Selameti arayanlar sabrın sonunu bekleyenlerdir, neticeyi dünyada göremeyecek olsalar da.
Allah’a yaslanan kulun ömrü derdine vefa eyleyemediyse, dünyada mükafatına eremediyse hakikat yurdunda ne mükafatlar beklediğini ancak O (cc) bilir.
Coğrafyalar içerisinde yaşayan insanların kendileri de birer coğrafyadır. Bizim gönül coğrafyamız kimlerin derdiyle yoğruluyor, münferit dertlerimizin içeriği nedir mesele budur. Mesele kendimize neleri mesele edindiğimizdir.