Münire Akarslan
Asırlardır dünyanın çeşitli yerlerinde, farklı çağlarda birçok zulüm yaşanmış. Savaşlar, atom bombaları, toplu mezarlar, işkenceler ve daha yüzlercesi. Bugünü o zamanlardan ayıran şey ise Müslüman kardeşlerimizin yaşadığı soykırımın canlı şahitleri olmamız. Sahi, “Müslüman kardeşlerimiz” demek ne kolay değil mi? Bir insanı kardeşin sayabilmek, lafta ne kolay.
Hemen hemen hepimizin duyduğu bir ayet vardır:
“Müminler ancak kardeştirler...” (Hucurat 10) Peki bu ayet bize ne fısıldıyor?
Ayette geçen kardeş kelimesi Arapça’da اخوة (Ahavât) kelimesi ile; yani aynı anne babadan doğan kardeşler anlamına gelebilir. Yahut اخوان (İhvan) kelimesi ile; kan bağı olmaksızın aynı cemaatten olmanın verdiği kardeşlik manasına da gelebilir. Ancak ayet karşımıza ahavât kelimesi ile çıkıyor. Yani “Mümin, müminin aynı ana babadan olma kardeşi gibidir.” Peki çağın Firavununun zulmü altında olan Gazzeli müminler bugün bizim kardeşimiz mi, biz onlara kardeşlik edebilecek kadar mümin miyiz?
Bu ayeti içselleştirdiğimden beri her adımda bir sorgulama başlıyor zihnimde. Bir dava uğruna işkenceye maruz kalan öz kardeşimiz olsaydı ve tüm akrabaları şehit olmasına rağmen o toprağını terk etmeyeceğini söyleseydi; tasasızca oturabilir miydik evimizde? Şen kahkahalarla donatılmış bir sofraya oturduğumuzda esir düşen kardeşimizi düşünmeden ziyafet çekebilir miydik?
Namazlardan sonra kendimize dua ederken ölümcül yaralarla savaşan yahut diri diri gömülüyor olan kardeşimize dua etmeden kalkabilir miydik? Satın aldığımız malın sahibi öz kardeşimizin katilini besliyor olsaydı yine de nefsimiz için “Benim boykotumla iflas mı edecek?” diyerek duyarsızca devam edebilir miydik alışverişe? “Hayatımıza olduğu gibi devam edebilir miydik?”
Elbette kastım daimî bir hüznün ve depresyon halinin bizi ele geçirmesi değil. Nihayetinde Gazze, savaşın ortasında bir yandan şehit verirken öte yandan düğün dernek kuran metanetli insanların yurdu. Ancak kabul edelim, söz konusu öz kardeşimiz olduğunda hayatımıza eskisi gibi devam edemezdik. Peki ne yapmalı o bahsi geçen müminlerden olabilmek için?
Boykot demek istemiyorum, zira bu yapacağımız ilk hamle. Hüzün içinde boğulmak gerektiğini de düşünmüyorum çünkü biliyorum ki bizi harekete geçirmeyen hüzün zillete götürür. O halde harekete geçmek için bana ne lazım? Var gücümle bir çaresine bakmak için; harekete geçmem için ne lazım? Hangi noktada çabalayabilirim, bir kardeşimin daha kimsesiz, yapayalnız kalmaması için neyimi feda edebilirim?
İnsanlık öldürülürken insanlığımı kaybetmemek için, gözü yaşaranlardan olmak için; vicdanı susturulmuşların, zihinleri karışmışların arasından sıyrılmak için ne yapmalıyım? Kardeşi adına bir şeyleri değiştirmek için şuurla önde gidenlerden olmak için kendimde neyi değiştirmeliyim?
Sanıyorum ki zihnimiz zaman zaman dünyalık meseleleri düşünüp korksa da vicdanımız bizi her zaman doğru yola götürecektir. O ses, dinlememiz gereken sesin ta kendisidir.
Rahmetli Cahit Zarifoğlu “Kudüs bir sınav kâğıdı, her mümin kulun önünde.” demişti. Tüm bunların ardından anlıyoruz ki bugün yalnız Kudüs değil, Gazze de bir sınav kağıdıdır her mümin kulun önünde. Sınavı geçenlerden; insan kalanlardan, hakkıyla kardeş olan müminlerden olabilmek duasıyla.