Hatice Hazal Gökçimen
Abdurrahman Cahit Zarifoğlu.
Bilmiyordunuz, değil mi? Zira “İsmimin baş harfleri acz tutuyor…” diye boşuna demiyor Türk Edebiyatı’nın en zarif şairi, Sultan şiirinde.
Ne kadar tanıyoruz onu?
“Anlamak mümkün mü ki tanımaya geçelim?”
Onun dünyasını, şiirlerini, cümlelerini en çekici kılan da bu esrarengizlik zaten. Hepimiz biliriz onun içinin sarmaşıklı labirent duvarlarını. Mecnun bir aşık, artist bir şair, çılgın bir genç olduğu gibi pırıl pırıl mavzerlerini, oyluk etlerinden çıkarıp nöbet tutan bir mücahittir o. Harp cephesi, Nuri Pakdil’in dediği gibi “Kalem Kalesi” dir.
Sezai Karakoç dendi mi “Mona Roza”yı ezberden okuyan bizler, mevzu Zarifoğlu’ndan açıldığında da Yedi Güzel Adam’dan öteye geçemiyoruz. Evet, işte yakalandınız! “Aramızda ceylanımsı bir sıçrama/ çalkalanır sonsuzca. Şöyle irice bir kelime bul, ok atsın döş kemiğime. “ Biz; Aralık Günleri İçin Bir Aşk Denemesi’ni okurken ne kadar biliyoruz, onun Afganistan’da bubi tuzaklarıyla ölen çocuklara şiirler yazdığını?
“Beyrutun gözyaşları şimdi
Kudüs’ün yanı başında
Müslümanlarsa uzakta.
Sanki başka
Gelinmez bir dünyada.” Zarifoğlu da Malcolm X’in sesine kalemini dayamış gibiydi:
“Çünkü dokuzyüz milyon müslüman rüyalarını hatırlamadan uyanmıştır.” Oysa bir tek uyanık yeterdi, bütün uyuyanları uyandırmaya.
Anlatabildik mi arkadaş. Acaba
Körebe bitti duvarı kaldır at.
Ustaca kurulmuş sözlerle sesleniyordu Müslümanlara ve haykırıyordu İslam Coğrafyası’nın ahvalini. Bazen zarifçe dokundururdu mısralarını insanın kalbine. Bazense oyluk etlerinden çekip çıkardığı mavzerlerinin süngülerini, okuyanın bağrına ve zihnine saplardı. O zaman tekbirle ayağa kalkıp aşkla savaşmak ister insan.
Düşündüm de, iyi ki anlamıyoruz cümlelerini. Bir de anlasaydık… Yahut ah ki anlasaydık! Anlasaydık onun şiirleriyle, yazılarıyla harp ettiği cephenin mahiyetini. Anlasaydık Güzel Adamlar’ı. Sezai Karakoç’u anlasaydık, Necip Fazıl’ı, Akif’i anlasaydık.
Bilseydik Gül Yetiştiren Adam’ın sessiz ve mağrur protestosunu, “Birazdan Gün Doğacak.” deyip Kalem Kalesi’nde en Klas Duruş’larımızla ite çakala karşı bekleseydik. Çıkmaz sokaklarda kollarımızı makas gibi açıp durdursaydık kalabalıkları. Düşlerimizde Mescid-i Aksa’yı görseydik. Dirilip Âsım’ın nesliyle yürüseydik Kudüs’e.
“Beyrut yengeç kıskacında,
Çoğu Müslüman, kafir yanında
Yaslanmış yastıklara sonunu beklerler filmin.
Sen Filistin, hokkaları doldur kanla,
Şairler eğer ahın varken
Uzanırlarsa tomurcuklara, güllere
Herbiri kanlı bir ateş gibi korku
Bir azar bir şamar olsun.
Filistin, sen işine bak, kar toprağını,
Yoğur gazabını Yaradanın..”
Makara, filmin sonunu sarıyor hanımlar beyler! Gözleri açıkken yitik bakan körler gibi olup, ellerimizde taşlarla yürümeyecek miyiz zalimin üzerine?
“Hani ceylanların
Hani cihat marşın” Kuşanın, eylemlerde büyüyen son ezgi ve marş nesli; çocuk yumruklarınıza ses veren sloganlarınızı. Dirildiğimiz günün mahşer günü olmasından korkarak yürüyelim ve katılalım taş intifadalarına, coğrafyamızın her bir yanında.
“Saraylar damlar yeniden kurulsun
Ağaçlar içinden akan nehre
Dal çık günde bin kere ve gecelerde
Omuz başlarını denetleyen defterlerden yalnız sağdaki kalsın.”
Arkadaş
Şimdi yalnız savaş...