İbrahim Karakoyun
Geçmiş günlerin birinde, eksik dediklerinin peşinde koşmaktan yorulmuş biri varlıklarını saymak için oturmuş bir kenara; ilk başta çok zorlanmış, çünkü zihni eksikliklerin sarhoşluğuna alışmış, varlık dediği zenginlikleri hemen sayamamış. Ama biraz daha düşününce bahar yağmuruna merhaba diyen mantarlar gibi tek tük bulabilmiş. Neyse, parmak uçlarımızla geçelim yanından; o düşünsün, biz de devam edelim.
Darı ambarına düşmüş tavuk misali, bu kadar ürünün tefekkürünü hangi yumurtayla karşılayabileceğini nasıl hesap edebilir ki? Ya saymaya kalkar, kendisine verilen nimet zenginliği karşısında acizliğini hissederek şükrün kanatlarına sığınır ya da yiyebildiği kadar mısırı yer, vücudunu müşkül duruma sokar sonra da giden sağlığının ardından ahlarla vahların arasında sayamadığı nimetlerin en önemlilerinden birini, sağlığını hatırlar mecburen. Bu sadece hakikatin bir örneği. Tavuk için sadece tek bir çeşit bile baş döndürücü olabiliyorken insanın bir dünyadan daha fazla varlık karşısında hayret etmeyip sürekli bir eksikliğin emir eri gibi ardında dolaşmasını nasıl anlayabilir ki?
Gerek olmasa da peşine düşülüp varlığımız yapmaya çalışılanlara engerekli yılanın en gereksiz yalanlara kanarak derisini kaptırıp özünü yitirmesi diyorum. Yunus Emre’nin şiirinden şu şuurla cevap veriyorum: “Kemdürür yoksulluktan nicelerin varlığı, Bunca varlık var iken gitmez gönül darlığı.” Sahi gitmez değil mi? Midenin vardiya ile çalıştığı, vücudun kıyafet modacısına dönüştüğü, aklın eksiklerin senetlerine yetişemeyip başta koymadığı saçları süpüren rüzgarın uğultusundan korkup, göğsümüzün içinde yine de sessizce atan kalbi düşününce hak verdim. Kolay kolay gitmez gönül darlığı.
Her yokluğun karşısında çokça “var” var. Her varlık yokluğa bir duvar. O zaman zannımca biraz acele etmeli varlıklarını görmek için, eğer duvardan çekilirse bir “var” nasıl da sıralanır sancılar.
Değer verdiğinin farkına varıp kaybetmeden önce kıymetini bilmeli. Günü gelir kıymetlini hele bir kaybet, “var”lık duvarından bir gedik açılsın da sadrını görelim demez mi zaman? Sadrın sabra duçar olmasını beklememeli, vakit geçirmeden zenginliklerinin farkına varmalı insan. Çünkü ne muhafızın elindeki kılıcı kalıcı ne de kılıcı tutan muhafız kalıcı. İnsan hislerinin, duygularının, kendisini kendi yapan değerlerin, maneviyatının muhafızı olur ve kalbi rikkat, aklı dikkat gösterirse çağın vaveylasını savuşturur kılıcıyla. Gönül darlığının gitme vakti yaklaşır böylece.
21. yüzyılın önemi yadsınamayacak alanlardan biri olan pozitif psikolojinin vurgu yaptığı kavramlardan biri minnettarlıktır. Minnettarlık sahip olunanlara, kişinin “var”lıklarına karşı şükrü ve onları hoşnutlukla karşılamasıdır. Eşyanın peşinden sıyrılmak, kendini maddiyatların toplandığı bir stok olmaktan kurtarıp maneviyatın kapısını aşındırmadır. Yaşam doyumunu artırıyor. Böylece bireysel ve bireyi aşıp topluma da sirayet eden birçok önemli etkisi görülüyor. Şükran sahibi kişiler daha iyimser ve birbirlerine karşı daha nazik ve ince davranıyor. Yani bu kez inceldiği yerden kopmuyor. İnceliyor ve eşref-i mahlukat olmanın anlamını daha iyi kavrıyor. Tüm bunların olması önemli bir kavramın şükran duygusuna eşlik ettiğini araştırmalar vasıtasıyla da belgeliyor: Farkındalık. Farkındalık sayesinde küçük şeylerin büyük mutluluklar verebileceği görülebiliyor. Diğer insanlara karşı daha cömert olmanın da önü açılıyor. Cebinizi karışlamak zorunda olmaksızın hem de, çünkü biliyoruz ki tebessüm bir sadakadır.
İnci sancı ürünüdür demiş büyüklerimiz, şükür sebeplerini hatırlama sancılarla incinen değil incilerle şükreden biri olma yolunda seyr-ü sefer ettirir. Bu sefer kişiyi her adımda biraz daha kendine getirir. Bu defter şükran olunacakları hatırlamak için sadece bir örnek, tarlasını nasıl hasat edeceğini en iyi tarlayı işleyen bilse gerek. Öyleyse ruhlar demansa uğramayıp kalpler son nefesi üflemeden “var”lıkları hatırlamak dileğiyle.