Seher Altınpınar
Mana talebim var erenlerden
Gariplerin duası sermayem
Yol soruyorum bilenlerden
Vuslatsız bitmesin hikayem
Böyle yazmıştı Süleyman Ragıp Yazıcılar. Şiirinin bu cümleleri öyle sarsmıştı ki beni, günlerce kol kola dolaştık, hikayeler yazıp mana aradık. Kelimelerin efsununu çözebildiğimiz kadardı her şey, yoldu, izahtı, tarifti kelimeler. Hadiselerin en mahrem seslenişiyle mutlak hakikate su taşıyordu her bir satır. Yerdeki gölgeliklere takılmadan manaya açılan sayfalar, kalbin tatil değil de terfie olan ihtiyacını gideriyordu. Esasında kitabının kapağında gizliydi manaya ulaşmanın anahtarı. “Güzel gölgelik” başlangıçların en manidarı.
Bir ceviz ağacı altında yol sormuştuk bilenlere, gölgelik diye. “Ceviz ağacının gölgesinde oturulmaz, adamı erken öldürür” demişlerdi. Kahkahalarla güldüğümüz bir demdi. Ceviz ağacı sülfür gazı salgılıyormuş meğer gölgesinde oturanı sersemletiyormuş, ölen yokmuş esasında. Yol gösterenin taktığı çelmeyle tüm dizginleri bırakmışken, yarışı kazanacakmış hissiyle gölgenin serinliği derinleşiverdi. Denge bozulmadan gölge gülümsedi. Seninle yorulur, seninle dinlenirdi. Bazen ağaç yapraklarının altıydı, bazen yaslandığın dost sırtıydı gölge. Bazen de gariplerin duası yahut hüsnü zanların yamacıydı. Gölgenin içli sesi yürekteki yaraya da merhemdi. Ne olursa olsun rahatlatan, koruyan kollayandı gölge.
Asırlar önce Efendimiz’in İslam davetine icabet edenler, Erkam`ın evinde Kabe`nin gölgesinde bulmuşlardı manayı. Mihrabın yüzü gülmüştü, gök kubbenin göğsünde güller açmıştı gölgesinde dinlenmek için yarışan gençleri görünce. Bu sebeple Sevr’di gölge, İslam`ın yanan sinelere ferahlık olduğu andı nihayetinde. Çağın firavunlarına boyun eğmemiş, kullukta sevgiyi öncelemiş, adaletiyle havf ve reca arasındaki itidali geçmeden nefsin çığlıklarını darmadağın eden gönül erleri, ölünce kaybedecekleri gölgeyi bu hasletleri sebebi ile ebediyen kaybetmeyecekti. Zira takvimdeki her yaprak eksilerek şahitti nice gölgeliklere. ‘Saye’ kelimesi gölge demekti bu sebeple. Senin sayende dar etmedim bol dünyayı kendime diyebilmekti içten bir dille.
Asrı saadeti rehber edinip dinleneceğimiz gölgelikler ve tezyin olacağımız vasıflar, en büyük gölgeliğe aralanacaktır mahşer denilen dar günde. Sevgiliden bir hediye mukabilinde. Küçük gölgeliklerden en büyük gölgeliğe, arşın gölgesine tuttum merceği. Kirlenen elbiselerimmiş gibi yıkayıp astım gönlümü gölgeliğe. Öylece bıraktım orada, kamburumu Allah düzeltsin diye.
Sözü yormadan Süleyman abiye bırakalım yine, gariplerin duası niyetine;
“Beni alacak mısın hayret vadilerine Allah’ım,
Buralarda sıradanlaştı her şey, kaçtı tadım.
Sanki dipsiz kuyulara düşüyorum, üzgünüm.
Tut elimden ne olur, uzaklaşıyorum adım adım”