Ayşegül İrem Kazdal
Medine kelimesinden türemiş olan “medeniyet” mefhumu en geniş anlamıyla bireylerin ve toplumların maddî ve manevî birikimleri olarak tanımlanabilir. Medeniyetler yalnızca ortaya çıktıkları coğrafyaları ve dönemleri değil; diğer coğrafya ve dönemleri de etkilemiştir.
Miladi 610 senesinde inen ilk vahyin “Yaratan Rabb’inin adıyla oku!” olması; “İlmi Çin’de de olsa talep edin, çünkü ilim talep etmektir.” hadis-i şerifi İslam dininin ve medeniyetinin ilim ve irfan üzerine kurulduğunu somut bir şekilde ortaya koymaktadır. Kurtuba Medresesi’nde Hristiyan ve Yahudilerin eğitim alması; İslam medeniyetine büyük katkıları olan Osmanlı Devleti’nin azınlık ve gayrimüslim toplulukları eğitim hakkından mahrum etmeyip bu gruplara kendi okullarını açma hürriyetini vermesi şüphesiz ki İslam dininin din, dil, ırk fark etmeksizin ilime, eğitime ne kadar değer verdiğini gözler önüne sermektedir.
İslam medeniyetinde ilimler “aklî” ve “nakli” olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Aklî ilimler en geniş anlamıyla pozitif bilimler; nakli ilimler ise Kur’an ve hadisler ışığında ulaşabildiğimiz ilimlerdir. İslam bilginlerine baktığımızda her birinin disiplinler arası ilmi çalışmalar yürüttüklerine tanıklık ederiz. Misal, İslâm medeniyetinin ilk filozofu olarak bilinen ve psikofizyolojinin kurucusu olan el- Kindi yalnızca tıp alanında değil ilahiyattan astronomiye kadar birçok alanda araştırmalar yapmış ve ortaya çeşitli eserler koymuştur. MS 476’dan başlayarak 11. yüzyılın ilk çeyreğine kadar devam eden süreç Karanlık Çağ olarak isimlendirilmektedir. Batı’nın Karanlık Çağ’ından kurtulması – Batı dünyası her ne kadar bu durumu inkâr ediyor olsa da- elbette ki İslâm medeniyetinin müthiş ilmi birikimi ve çalışmaları sayesindedir.
Birçok dönem ve devleti etkileyen ve kalıcı izler bırakan İslâm medeniyeti bizlere Allah’ın büyük bir nimetidir. Bizlerin yapması gereken şey böyle bir nimete sahip olduğumuzun bilincine varıp her gün daha da çok çalışıp İslâm medeniyetini ileriye taşımaktır. Allah’ın izniyle…