Seher Altınpınar
Evin içi güllerin baygın kokusuyla doluydu. Bahçedeki ağaçların arasında gezindiğinizde leylakların ağır kokusuyla beyaz çiçek açmış diken ağaçlarının narin parfümü geliyordu burnunuza. Küçük kızın nefes nefese koşarak merdivenleri çıkması bölüverdi mis kokan râyihayı: “Anne, Azrail bayram günü gelir mi?” Bir anda buz kesti koca sahanlık. Şaşkın gözlerle etrafını yoklayarak eksiği anlamaya çalışıyordu anneciği. Çok sonra, “Evet…” diyebildi yüreğine saplanan anlamsız bir ağrıyla.
“Babam… Babamın kollarına girmişti iki melek. Anne, babam meleklerle mi gitti?"
Tam o anda hissetti uğultuyu. Feryadın acı tonu kulaklarında çınladı, zihninde yankılanan sesler tıpkı ahşap tahtalar arasında dolanan rüzgâr gibiydi. Her ölümün bir hikâyesi mi olmalıydı? Bu da bir bayram sabahı ölümüydü. Önce dizlerinin bağı çözüldü, bir pınar başına devrildi. Zira hiç tanıdık değildi ölümün sesi. Sırtını sıvazladı usul usul, hasret dolu bir tanışıklık olmamıştı ama hoş geldin diyebilmek huzurlu hissettirdi. Belli belirsiz bir buğu yükseldi semaya. Gırtlaktaki hırıltı mühür niyetine son söz oldu. Bedenin nafile çırpınışları yaşamda tutmaya yetmedi. Ölümün bir kavuşma olduğunu anlayınca sımsıkı yumdu gözlerini, o andan sonra ne bir ses ne bir çırpınış oldu, buz gibi bir ayrılık doğdu.
Ölüm eski bir şeydi fakat yepyeni görülmüştü. “Baban önce Kara Kız’ı kurban etti, sonra da kendi kurban oldu kızım…” diyebildi. Sessiz bir çığlığı andırıyordu bakışları, ölümü yüreğine gömerek sıkıca sarmaladı, bir daha gün yüzüne çıkamasın diyeydi çabası. Ölüm bu kadar sade mi anlatılırdı, ateş düştüğü yeri yakar dedikleri yer burası mıydı?
Bir annenin yüreği, bir evladın dayanağı, kardeşin limanı böyle mi yanardı? Beyaz tülbentli annelerin yanan yürekleri evlatlarına dayanak oldu, böylece eşikten atılan her adım sakin bir hüzünle kucaklaştı. Ölümü kanıksayan, “Her nefis ölümü tadacaktır” ayetine yüreğini açan her ev halkı, merhaba demeyi ihmal etmeden baş üstünde karşıladı ölümü.
“Büyük insanlık” ölüm hakkında ne zamandan beri konuşuyor sahi? Bu işin dünyaya gelişi var önce, sonra insanca yaşaması, ardından kısa bir kesitle veda selası. Vaktiyle Hasan Basri Hazretleri bir cenazeye katılmış. Orada yaşlı bir zât görmüş. Defin işleri bittikten sonra demiş ki: “Ey kişi, sana Allah için soruyorum. Acaba vefat eden sen olsaydın, bir gün o mezarda kalsaydın, seni bir gün sonra mezardan çıkarsalardı sen nasıl hareket ederdin?”
Vefat eden kişi gibi düşünmemiz zarûrî. Zira ölüm haktır. Her fani, sayılı nefeslerini tamamlayınca onu muhakkak tadacaktır. Hasılı ölümü bilmek mümkün mü bilmem ama meleklerin kollarında yürüyen her yiğit ölümlülüğü her zerresiyle bilir. Zira ölümü bilmek uyanmışların meziyetidir.