Berna Akın
Ey insanlar, kalkın! Sözü işiten var mı? Sözü gören var mı? Sözü yeniden söyleyecek olanlar nerede? Ebabilim ben. O gün atamadığım taşı bugün sizinle atacağım. Savaştığınız ordu hangisi? Sizin Ebrehe’niz kim? O sözü bulamıyorum, neredesiniz?
Söz demeye kalmadan dalga dalga yayıldı ebabilin sesi gök kubbede: “Ey insanlar! Kırmızı tenlinin siyah üzerine siyahın da kırmızı tenli üzerine bir üstünlüğü yoktur. Faizin her çeşidi kaldırılmıştır. Müslüman Müslümanın kardeşidir. Neredeler? Bulamıyorum.” Uzaklaştı ebabilin sesi. Gözlerim hareket etmeyi reddedercesine onun arkasından bakakaldı. Vücudum darbe almışçasına yere yığıldı. Nerede o gün Efendimiz’in bize emanet ettiği söz.
Gözümün önünden geçti izlediğim son haberler, faizi meşrulaştıran reklamları görmemeyi istedim hiç. Zulüm gören mazlumları düşününce utancımdan yüzüm kızardı. Vaktinden önce yediğim GDO’lu besinler midemi bulandırdı. Sanki ihtiyacım varmış gibi tıka basa doldurduğum dolabım... Düşüncelerim birbirini kovalarken bir taş düştü ayak ucuma. Ebabil dikti gözlerini bana: “Kalk! Sen ara o sözü yeni dünya sokaklarında. Öyle bir kalkışla kalk ki kendisine, “Kalk, uyar!” denildikten sonra yirmi üç yıl hiç oturmayan Hz. Peygamber’e benzesin kalkışın. Kalk! Artık ebabiller sizlersiniz. Ve Ebrehe’ler çok.”
Zaman süratle akıp gidiyor. İnsanlığın gelişmesi beklenirken o, cahiliye toplumuna geri dönüyor. Fıtratımızdan yavaş yavaş uzaklaştırılıyoruz. Bakınca huzur veren gökyüzü görünmüyor artık. Ağaçlar değil gökdelenler gölgeliyor bizi. Güçlü olan her şeyi yapmaya layık görüyor kendini. Maneviyatın yerini çoktan maddiyat almış. Gençlerimizin temiz zihinleri kirletiliyor oyun ve reklamlarla. Herkes farkında olmadan kurulu bir düzensizliğin kölesi olmuş durumda. Zihinler yavaş yavaş uyuşturuluyor. Dünya birileri tarafından kendi çıkarlarına hizmet edilmek üzere süsleniyor. Her şey yolunda gibi fakat fotoğrafın yırtılıp saklanmaya çalışılan tarafını nasıl göz ardı edeceğiz. Özellikle Müslüman coğrafyalardan toprağa süzülen kanları, denizlerin derinliğinde kaybolan canları, masum çocukların gözyaşlarını, adaletin içinin boşaltıldığını nasıl sineye çekeceğiz? Bu buhrandan çıkmanın tek yolunun İslam’ı yaşamak olduğunu ne zaman haykıracağız, sözümüzü ne zaman yükselteceğiz?
Zamanın ebabilleriysek biz; mayasında Kur’an olan, hak olan, inanç olan, adalet olan, huzur olan taşlara sahibiz. İslamiyet’in nuruyla yoğrulmuş taşlara sahibiz. Taşımızı batıla, haksızlığa, zulme atacağız bir bir. Biz biliyoruz ki biz değişirsek O bizi değiştirecek. Sünnetullah açık. Her alana, her noktaya Müslümanca bakacağız. “Kimse yoksa ben varım” diyecek, mazlumun elinden biz tutacağız. Yetimin göz yaşını biz sileceğiz. Geleceği İslam’la yine biz imar edeceğiz.
Minareleri geçmeyecek evlerimiz. Vücudun bir organının hastalığından etkilendiği gibi biz de ümmetin acısıyla dertleneceğiz. İslam’ın nuru yayılacak baştan ayağa. Belki de dünya dile gelecek, seslenecek sitemkâr bir tavırla: “Biz de sizleri bekliyorduk…”