
Abdullah Uyar
Üniversite sınavı, üniversiteye hazırlanan kimseler için her haziran esen bir fırtına. Üç sene önce girmiş olmama rağmen her sınav döneminde o günlerde çektiğim sıkıntılar, yaşadığım unutulmaz hikâyeler düşer yâdıma. Sıkıntılar, stresler geride kalınca yaşananlar anlamlı bir hatıraya dönüştü.
O dönemler yaşadığım iki güzel olay aklıma her geldiğinde, “Dünya yine de yaşamaya değer bir yer” cümlesi geçer. Bu iki güzel olay, kendi içerisinde basit ve sade olabilir ama olayları yaşayan hayata atılmaya tedirgin lise son sınıfı öğrencisi olunca hikâyelerin kıymeti kendi içerisinde büyüyebiliyor.
“Eğer İstersen Sana Da Kahvaltı Alalım”
Üniversite sınavına hazırlandığım zamanlarda kütüphane, okuldan ve kaldığım yurttan sonra üçüncü uğrak yerim oldu. Konum olarak bana en yakın, sade kütüphaneleri bulmaya, zamanımın çoğunluğunu mümkün mertebe oralarda geçirmeye çalışıyordum.
Bu niyetle bir zaman Bağlarbaşı Nevmekan Kitap Kafe’ye gittim. Mekânın çalışma bölümündeki uzun bir masayı gözüme kestirdim. Ders çalışmaya başladıktan birkaç saat sonra iki çocuklu bir aile, çalıştığım masanın diğer ucuna oturup kahvaltı sipariş ettiler. Masayı paylaşmak ne benim açımdan ne de onlar için bir gariplik oluşturuyordu.
İstedikleri kahvaltı geldiğinde hareketlilikten dolayı bir an gözüm onlara kaydı. “Eğer istersen sana da kahvaltı alalım” teklifinde bulundu beyefendi. Böyle bir cevap beklemediğimden utanarak, şaşkınlık içerisinde isteklerini geri çevirdim. Birkaç dakika sonra küçük bir iş için masamdan kalkmam gerekti. Geldiğimde test kitabımın üzerinde bir de ne göreyim! Kahvaltı tabağı… Hiç böyle bir şey beklemediğimden şaşkınlığımı gizleyemedim, adeta donakaldım. Teşekkür ettikten sonra kahvaltı yapmış olmama rağmen çekinerek ikram edilen yemeği yedim. Yemeği söyleyen amca top sakallı, küpeli ve giyinişi farklı bir kimseydi. İlk gördüğümde etrafımda böyle birine çok rastlamadığımdan biraz garipsemiştim açıkçası. Ama yaptığı iyilikle kalbimde taht kurmuştu.
Yaptığı iyilik bir kahvaltı tabağı ikram etmek olabilir. Hatta bir iyilikle beni önemsediğini göstermesi basit görülebilir ama karşınızdaki genç ve düşünceli bir olunca yüksek ihtimal hayatında anlamlı bir yer edinirsiniz. İnsanlarda iz bırakmak kolay değildir. Bunun değeri ne kahvaltı fiyatı kadar para ne de belli bir zamanlık ilgidir. Bulunduğunuz anda yapılması gereken ne ise çekinmeden, sıkılmadan o işe koyulmaktır.
İmam Olmak…
Üniversite sınavına hazırlanırken diş etlerimde iltihaplanma olmuştu. Her zamanki gibi iltihap büyüyüp balon gibi şişene kadar bu durumu önemsememiştim. Nitekim acısı her geçen gün arttığından vakit kaybetmeden doktora gittim. Randevulardan en yakın tarihte olanı Sarıyer Ağız ve Diş Sağlığı Merkezi’nde olduğundan konum uzak da olsa gitmek zorunda kaldım. Doktor diş etlerimin durumunu gördüğünde durumumum çok vahim olduğunu, %30 ihtimalle kurtarılabileceğini söyledi. Çaresizce kabul ettim. Diş etlerimi temizledikten sonra iltihaplarımın tekrardan oluşup oluşmadığını görmek için üç hafta boyunca randevu yazdı. Her hafta oraya giderken; metroda, otobüste, hastanede sıra beklerken test çözüyor, üniversite sınavına çalışmaya devam ediyordum.
Son hafta tedaviyi beklerken yanıma bir abi gelerek hâlimi, hatırımı sordu. Konuşma biterken utangaç bir şekilde, “Ben buraya yakın bir caminin imamıyım. Öğrencilerle elimden geldiğince faaliyetler yapıyorum ve onlara maddi yardımda bulunuyorum. Eğer müsaade edersen sana da bir hediye bırakmak isterim.” deyip çantamın içine bir miktar para koydu. Örneklerini yalnızca dizilerde gördüğüm bu hadiseyi hiç yaşamamıştım o ana kadar. İmam abinin samimi, içten davranışına ve sonunda büyüklenmeden çekinerek gitmesine hayran kalmamak elde değildi.
Yaşadığım olay karşısında, “Vay be!” diye iç geçirirken bu dünyayı tüm çirkinliklerine rağmen anlamlı kılmaya çalışan bir insana daha rastlamanın mutluluk ve heyecanı içerisindeydim. Bu tür güzel insanlar olmasa bir avuç toprağın, üç lokmanın, iki bez parçasının kavgası içerisinde nasıl rahat olabiliriz ki?