Ali Altunkaya
Önce tekbirler yükseldi kalabalıktan. Ardından namaz başladı, dünya sustu. Cesareti, duruşu, pes etmeyişi ve kendisini zulmün çarkına çomak olmaya adayışı ile bir dava adamı arkasında nadide bir imza bırakarak dünya imtihanını noktalıyordu.
Üzerinde hilal ve buğday olan bir bayrağa alın terini silen babamın, yine aynı bayrağı neden endişe ile saklamaya çalıştığını anlamlandıramadığım bir sabaha uyanmıştık ailecek…
Üstümüzde 28 Şubat’ın duman izleri.
Herkes üzgün, herkes suskun. Türkiye siyasi hayatının en türbülanslı dönemlerinden biriydi. Ordunun rahatsız edici bir şarkıya eşlik ettiği oldukça zor zamanlardı.
28 Şubat 1997’de yapılan Milli Güvenlik Kurulu toplantısında açıklanan karar ile Erbakan ve onun adil düzen hayallerine bir balans ayarı yapılmış, Sincan’da tanklar yürütülerek tüm muhafazakarlara gözdağı verilmişti.
Ecevit ortaklığıyla yer aldığı 1974 Kıbrıs Barış Harekatı’ndaki kararlı duruşu ile elde ettiği “mücahitliği” onu yirmi yılı bulan siyasi mücadelesiyle başbakanlığa kadar taşımıştı. Ancak dönemin vesayet rejimi, Erbakan ve yanındakilerin aklına şunu iyice yerleştirmeye kararlıydı:
Müslümana fikir üretmek, dergi çıkarmak, gazete yayımlamak, miting düzenlemek ve her türlü faaliyet serbestti ama siyaset yapmak yasaktı. Müslümanlar iktidara talip olamazlardı, olmamalıydılar…
Bıyıkları ağzında solcular, laf dinlemez radikaller, daima ayık İslamcılar, şüpheci ülkücüler, tehlikeli denizciler… Türk gençliğinin oldukça gri zamanlarıydı.
Nasıl derler, olaylar hızla gelişti. Süreç oldukça kötü ilerledi. Önce savrulduk ardından davalar açıldı. Tabelalar indi, ümitler bir bir kırıldı, sonrası malum. Partimiz kapandı.
Sancılı yılların, yasaklı dönemlerin, zorlu zamanların yalnız adamıydı Erbakan. “İnananlar geliyor hakkı hâkim kılmaya /batıla dur diyerek adil düzen kurmaya” marşını hepimize ezberlettiren babamın, sabah namazlarından sonra elinden düşürmediği tesbihiyle hocamız için dualar eden annemin, namaz kıldığı için fişlenen memurların ve bir cümle dünya Müslümanlarının kalbinin kapaklarının bile “Erbakan” diye çaptığı bir dönemdi.
Sokak sokak, köy köy dolaşır insanlara adil düzeni anlatırdı. Ama işin gerçeği hiçbiri onun kadar inanmış değildi.
Hayatını vakfettiği soylu bir milli görüşçü, dava deliliği ruhuna işlemiş yılmaz bir savaşçıydı.
Çarkların gövdesinde yaşamaktı onunkisi. Ailemizin, milletimizin ve tüm güzel insanların savunan adamıydı. Yılmayan umudumuz, imkanın olmadığı yerde imanı hatırlatanımızdı.
Adaletsiz dünya düzeni, sonu gelmez petrol savaşları, emperyal devletlerin acımasız yayılmacı politikaları, küresel sermayedarların dünyayı sömürmesi, küresel güçlerin Ortadoğu’ya çocukların kanlarıyla nizam vermeye çalışması ve daha birçok şey…
Hepsi ama hepsi onun ajandasında çözülmesi gereken sorunların hep en başında yer alıyordu.
Kapitalizmin asla anlamayacağı ve hiçbir zaman da yenemeyeceği o sözü durmadan haykırıyordu : “Banane Amerika”dan!
“Dünya beşten büyüktür”e miras bırakacağı en güzel sloganıydı bu…
Siyonizm kavramını telaffuz ettiğinde de, ağır sanayi hamlesi dediğinde de, D-8 zirvesinden bahsettiğinde de, “Ayasofya açılsın, zincirler kırılsın” diye haykırdığında da bir bahar düşlememizi sağlamıştı. Ve o, baharımızı başlatan çiçekti.
Asr suresi tefsiri gibi bir hayat yaşamıştı. Ardından her faniye gelecek o gün ona da gelmişti.
Göğe doğru havalanan güvercinler, ardından çoğalan ve gittikçe azalan kanat sesleri. Fatih Camii’nde mahşeri bir kalabalık. Bosna’da tüm camilerde mevlidler okundu. Çeçenistan’da tüm mücahitler duaya durdu. Afganlar silahlarını yarıya kadar indirdiler onun için.
Önce tekbirler yükseldi kalabalıktan. Ardından namaz başladı, dünya sustu. Cesareti, duruşu, pes etmeyişi ve kendisini zulmün çarkına çomak olmaya adayışı ile bir dava adamı arkasında nadide bir imza bırakarak dünya imtihanını noktalıyordu.
Cenaze merasiminden sonra babam eve döndü ve yıllar önce sakladığı o bayrağa sımsıkı sarılıp öpmeye başladı. Gözleri yaşa bulandı, elleri titredi.
Ardından anlatmaya başladı babam o heyecanla; seneler önce dedi. Erbakan hoca şehre geldi, tüm millet oldukça heyecanlı. İnanılmaz bir atmosfer var. Bir cuma vakti. Camii tıklım tıklım doldu. O da safların arasında. İmam tekbir almaya elini kaldırdı ve şehrin tüm sokakları şu tekbir ile yankılandı:
“Erbakan da aramızda Allahu Ekber…”