“58 senelik evlilik hayatımız boyunca hiç birbirimizi incitmedik, kırmadık. Ben ona bir kez ceket tutturmadım, elinden bir bardak su da istemedim; susadıysam kalktım suyumu kendim alıp içtim. O da bana ömrü boyunca hiç zahmet çektirmedi.”
Hep, “biz onlar gibi olamayız” diye hem hayranlık duyduğumuz, gıpta ettiğimiz hem de onlara göre hâlimizden ötürü kendimiz için hüzünlendiğimiz kimi mübarek insanlar vardır.
Onları sadece tanımış, bilmiş olmak bile ne büyük bir bahtiyarlıktır ki, hele hele meclislerinde bulunduysanız, dahası bir de gönüllerine düştüyseniz, bahtı sizden daha güzel kim vardır?
Ebedî âleme irtihalinin 5’inci yılını geride bıraktığımız rahmetli Adanalı Fâruk Efendi ve yine vefatının 15’inci senesini geride bıraktığımız rahmetli Güzin Hanım Teyze’den, yani Karabucak çiftinden bahsedeceğim bu yazımda. Ruhlarını şâd ederek, onların birlikte geçirdikleri 60 yıla yakın evlilik hayatlarının, numune-i imtisâl vaziyetlerinden hisseleri arz etmeye çalışacağım.
“Efendim, evliliğiniz nasıl, ne şekilde oldu?” diye sorulan bir soruya “Askerden izne gelmiştim; aile büyüklerim bana, ‘seninle -aynı zamanda yakın akrabamız olan- Güzin’in Hanım’ın sözünü kestik’ dediler; ben de ‘baş üstüne’ dedim ve askerlik görevime geri döndüm. Terhis olduktan sonra da evlendik.” diye cevap vermişlerdi.
Bu teslimiyeti, sadâkati ne ettik biz? Kime anlatabiliyoruz şimdi böyle bir evlilik, evlendirme metodunu? Bizim dünyaya gelmemize vesile olan, üzerimizdeki hakları her şeyin üstünde bulunan anne ve babamızın, bizim için tercih edeceği bir eş adayına nasıl bir bakış açımız var şimdi?
Fâruk Efendi de Güzin Anne de kendilerini, birbirleri için münasip gören büyüklerine nasıl bir teslimiyetle “evet” demişler. Her ikisi de varlıklı ailelerin evlatları olmalarına rağmen, fiziksel özellik, karakter uyuşmazlığı ve şimdilerde evliliğe dair “anlaşmazlıklar” listesinde(!) bulunan nice ıvır-zıvır meseleye kulak asmadan, Rablerinin haklarındaki karar ve kaderine peşin bir rıza ile hayatlarını birleştirmişler.
Elbette kişi, gönlünün razı gelmediği için “hayır” der, demeli de ama ebeveynin kıymeti, hakkı, hassasiyeti ve bizimle ilgili tercih inisiyatifini böyle kırıştırıp bir kenara çarçabuk atıvermek bizi hangi akıbete götürüyor, o da ortada.
Şimdilerde ne oluyor? “Artık gençler birbirini buluyor canım; yapacak bir şey yok.” modunda, helâl-haram bahislerini konu bile etmeden, henüz hayat tecrübesi nedir bilmeyen sözüm ona “cahiller” birbirlerini güya beğenip evlilik yapıyorlar.
“58 senelik evlilik hayatımız boyunca hiç birbirimizi incitmedik, kırmadık. Ben ona bir kez ceket tutturmadım, elinden bir bardak su da istemedim; susadıysam kalktım suyumu kendim alıp içtim. O da bana ömrü boyunca hiç zahmet çektirmedi.”
Başta da ifade ettim; “biz, onlar gibi olamayız” ümitsizliğine düşebiliyoruz. Ama şöyle bir gerçek var ki hiç gayret etmezsek, yüzde sıfırla yaşamaya hatta eksilere düşmeye devam ediyoruz. Ama önümüzdeki numuneye göre vaziyet alıp kendimize çeki düzen vermeye çalışırsak yüzde on, otuz, elli, belki altmışla, olabildiği kadar onlara benzemeye çalışarak hem mesafe kat ediyor hem de huzuru yakalıyoruz.
Sene 2015’ken, “1950’lerde aldığımız eşyalar, elhamdülillâh halen evimizde, kullanımda.” demişlerdi. 60-65 senedir aynı salon takımını, aynı yatak örtüsünü kullanmak nedir Allah aşkına? Onca malın-mülkün içerisinde hayat sürerken bu nasıl bir kanaattir?
Bir de bizim hâllerimiz. Evlerimiz, eşyalarımız, hayatlarımız. Affet Allah’ım affet, nasıl da sarmış bizi gaflet…
Son nefesini verene kadar kocasının rızasını güncel tutan bir hanımefendi olmak da herkesin kârı mı bilemem ama Güzin Anne de gerek eşine gerekse vefat eden evlatlarından sonra hayatta kalan iki oğluna, gelinlerine, torunlarına örnek bir aile büyüğü olarak göçtü gitti bu dünyadan. Kadın-erkek, binlerce gözü yaşlı “evladını” arkasında bırakarak.
Her ikisine de rahmet olsun.
6 Eylül 2015’te vefat eden merhum Ömer Faruk Karabucak Efendi ve 10 Haziran 2005’te vefat eden Güzin Karabucak Anne için birer Fatihanızı istirham ederim.