1986 yılında, öğretmen olan babam ve yine öğretmen olan eniştem, ortak olarak bir kırtasiye dükkânı açmışlardı. Gözümüzü açtık, kendimizi bildik dediğimiz zamanlarda, abim ve ben, henüz 7,8,9 yaşlarındayken tezgâh arkasında bulduk kendimizi...
Son zamanlarında 1-2 isim değişikliği yaşayan işyerimizin ismi, “Ensar Kitap Kırtasiye” idi. Körpecik bir çocukken, daha önce hiç duymadığımız bir kelimenin anlamını, tabelamızda gördükten sonra hemen öğrenivermiştik... Ensar... Yani yardımcılar, yardım edenler...
Sevgili Peygamberimizin (sav), Mekke’den hicretiyle, muhacirlere ve dahi kendisine yardımcı olan Medineli Müslümanlara verilen isimden ötürü, dünya tarihinde kendisine özel bir yer edinen, müstesna bir kelime... Ensar...
Zaman ilerledi, bizim kırtasiye, defter, kitap, kalem, silgi, çanta, oyuncak satışı yapan bir küçük esnaf olmanın ötesine geçti, bulunduğumuz mahallelerdeki çevremiz için âdeta bir çözüm merkezine dönüştü.
Başı ağrıyan da geldi, işi dağılan da... Oğlunu everecek olan da geldi, kızını verecek olan da...
94-95 yıllarında, bizim dükkan, aynı zamanda kiracısı olduğumuz Hayırlı İşler Derneği tarafından fakir fukaraya aylık olarak hediye edilecek gıda paketlerinin bir kısmının tespit, taksim ve dağıtım noktası vazifesini de yapmaya başladı.
Mekân, sanki kırtasiye dükkanı değil, eğitim, kültür ve insani yardım işleriyle meşgul bir kurumdu aynı zamanda.
İçimden diyordum ki: “Yahu dükkanın ismi Ensar; sanki burası ismiyle müsemma oldu gitti...”
Büyük bagajlı arabamızın içini, tamponu yere yakın olacak şekle gelinceye kadar erzak paketleriyle dolduruyor, Adana’nın sıcağında ya da yağmurunda-çamurunda, kimilerinde köşeyi dönebilmek için 2-3 manevra yaptığımız dar sokaklarında, erzak dağıtım gününü bekleyen nice fukaranın evlerine, daha doğrusu içerisinde yaşamaya çalıştıkları derme çatma yapılarına uğruyorduk...
Aşağı yukarı her evin, teslim ettiğimiz gıda malzemelerinin çok ötesinde, muhtelif dertleri vardı... Kimileri, ya gücümüzün yettiğince ya da meseleleri kendilerine duyurduğumuz insanlar tarafından kısmen de olsa çözülüyordu ama nereye kadar?...
Zaman aktı geçti... Artık 2005-2010 gibi senelere gelindi... Artık sayısını bile bilemeyeceğimiz kurum, kuruluş ya da şahıslar, toplum içerisindeki ihtiyaç sâhiplerini kollama hususunda “Ensar” olma kavramını iyiden iyiye ete kemiğe bürüdüler. Tabi bunlar, toplumun maddî refah seviyesinin yükselmesiyle doğrudan alâkalıydı.
Ama öyle bir zaman geldi çattı ki, akrabalık bağlarımızın da yoğun bulunduğu güney komşumuz Suriye’de zulüm üstüne zulüm, katliam üstüne katliam olunca, milyonlarca “kardeşimiz”, dünya üzerinde sığınılacak en emin beldelerden olan bizim ülkemize, aziz vatanımıza hicret etti...
Çatısı altında bulunmayı şeref, dünya ve ahiret sermayesi bildiğim Hayırlı İşler Derneği bünyesinde, bu sefer büsbütün muhacir kardeşlerimizin ihtiyaçları için koşuştururken, hatırası azizliğini korumakla beraber, geçmişteki Toros Taksi turlarının şu anki mevcut işlere ve ihtiyaçlara göre ne kadar hafif kaldığını da anlamış oldum.
Yaşadığımız evin herhangi bir odasını 3-5 gün kullanmaktan mahrum bırakılsak, tarifsiz huzursuzlukları yaşayacak olan bizler, muhacir kardeşlerimizin, ana, baba, kardeş, akraba, konu-komşu, eş-dost, ev-ocak, mahalle, şehir ve memleketlerini terk edip, onca maddî ve manevi kayıpla, hiç bilmedikleri memleketlerde, dillerini de bilmedikleri insanların içinde nasıl bir hâlet-i ruhiye ile hayat kurup yaşayacaklarını iyi anlamamız, idrak etmemiz gerekiyor.
Toplumda gözlemlenen kimi olumsuzluklar için idarecilerden uygun hamleleri isteyip beklemekle beraber, zihniyetimizi, babasını, abisini, kocasını, belki 1-2 yavrusunu şehit vermiş, 3-5 yetimiyle bir merdiven altında hayat mücadelesindeki hanım kardeşimizin ruh hâlini yaşıyor olmak üzere sabit tutmalıyız...