Dostları çoğaltmak, insan için dünya ve âhiret sermayesi adına büyük kazançlardır. Bir dost edinmek kolay değildir. Dostlukların devamını sağlamak ise en az kazanmak kadar ve belki de ondan çok daha zordur ve büyük fedakârlıklar gerektirir. Besleyici gıdalara, koruyucu tedbirlere ihtiyaç vardır.
Farkında olalım ya da olmayalım kendi içimizden ve dışımızdan nice zararlı hücumların muhatabı oluyoruz. Baş döndürücü bir şekilde bizi çok yönlü kuşatan iletişim ağları içinde neredeyse gönüllü mahpuslara dönüşmüş durumdayız. Her bir ilgi bize fayda getirmiyor; belki bizden bir şeyler alıp götürüyor. Savunmasız bedenin hastalanmaya açık olması gibi şahsiyetlerimiz ve değerlerimiz de kimi zaman virüs kapıyor. Korunma ve sığınma alanlarına ihtiyacımız var. İşte istikameti düzgün dostluklar ve arkadaşlıklar böylesi emniyetli alanların başında geliyor. Kimi dost tutuyoruz ve kazanılmış dostlukları ne kadar koruyabiliyoruz?
Hak ve hakikat yolunda kurulan dostluklar, yaşadığımız şu hayatı anlamlı hâle getirdiği gibi, ebedî hayatı da güzelleştiren âhiret azığı mesabesindedir. Mahşer sabahı kaybetmişliğin perişanlığı içinde sızlanan bir adamın eyvahları, Kur’an-ı Kerim’de şöyle anlatılır:
“O gün, (dünyada iken) haktan sapmış kişi ellerini ısırarak şöyle diyecek: «Keşke peygamberle birlikte aynı yolda olsaydım! Eyvah! Keşke falancayı kendime dost edinmeseydim!» (Furkân; 27-28)
Dostları çoğaltmak, insan için dünya ve âhiret sermayesi adına büyük kazançlardır. Bir dost edinmek kolay değildir. Dostlukların devamını sağlamak ise en az kazanmak kadar ve belki de ondan çok daha zordur ve büyük fedakârlıklar gerektirir. Besleyici gıdalara, koruyucu tedbirlere ihtiyaç vardır.
Dostluklar, can-ı gönülden gösterilen ilgilerle beslenir. Yapmacık alakalar, gönülleri zamanla soğutur. Maddî bir karşılık beklemeden yalnız Allah için yapılan ziyaretlerin, hediyelerin ve ikramların her biri, aradaki muhabbet hattına yeni ilmekler atar. İlişkilerde hissedilen benlik kokusu, diğer bir ifadeyle kendi menfaatine düşkünlük ise, dostları uzaklaştırır, insanı yalnızlığa mahkûm eder.
Dostluklarda hatır gözetmek esastır. Söyleneni ve talep edileni değil, dile gelmeyen duyguları ve ihtiyaçları bile farkedip gereğini yerine getirmek icab eder. Gönülleri incinmesin için -farz ve haram hudutlarının çiğnenmesi durumu hariç-, hemen her konuda uyumlu olabilecek bir gönül genişliğine sahip olmayı ister. Sevinçte ve tasada vurdumduymazlıklar ise muhabbet sermayesini kısa sürede eritip tüketir.
Zaman zaman hataları görmemek, ayıpları örtmek, affedici olmak, yanlışa düşünce terkedivermemek, dostça uyarılarda bulunmayı ihmâl etmemek, dostluğun devamının teminatıdır.
Yezid b. Esam anlatıyor:
“Şam ehlinden güçlü kuvvetli, nüfuz sahibi bir kimse vardı. Zaman zaman Hazret-i Ömer’in yanına gelirdi. Bir ara Ömer -radıyallahu anh- o kimseyi göremez oldu. Çevresindekilere:
«Falan zât ne yapıyor, artık görünmez oldu?» dedi.
«Ey Mü’minlerin Emîri! O kendini içkiye verdi» dediler. Hz. Ömer kâtibini çağırarak:
«Yaz! Ömer b. Hattâb’dan falan kimseye. Selâm sana! Kendisinden başka ilâh olmayan, günahları bağışlayan, tevbeleri kabul eden, azâbı çetin ve ihsânı bol olan Allah’a hamd ederim. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur, dönüş ancak O’nadır.»
Hazret-i Ömer mektubu yazdırdıktan sonra arkadaşlarına dönerek:
«Allah’a yönelmesi ve Allah’ın tevbesini kabul buyurması için kardeşinize dua ediniz!» dedi.
O zât Müminlerin Emiri Ömer’in mektubunu alınca «Allah günahları bağışlayan, tevbeleri kabul eden, azâbı çetin olandır» (Gâfir Sûresi, 3) cümlesini tekrar tekrar okudu ve:
«Allah beni hem azâbı ile korkutmuş hem de günahlarımı affedeceğini va’detmiş» diyerek ağladı ve güzelce tövbe etti.
Hazret-i Ömer o zâtın tövbe ettiğini haber alınca:
«Bir kardeşinizin yoldan çıktığını, günaha saplandığını gördüğünüzde onu doğru yola getirmeye, Allah’ın affına güvenmesini sağlamaya çalışınız. Tevbe nasip etmesi için Allah’a dua ediniz. Kendisine beddua ederek aleyhinde şeytana yardımcı olmayınız» dedi.” (İbn Kesir, Tefsir, IV, 76)
Evet, dostları lüzumlu lüzumsuz dedikodulara feda etmemek gerekir. Bir dostu kaybetmemek, yeni bir dost kazanmaktan yerine göre daha önemlidir.
Bir gün, bir tanıdığı filozof Sokrat’a rastlar ve der ki:
“Arkadaşınla ilgili ne duyduğumu biliyor musun?”
“Bir dakika bekle! Bana bir şey söylemeden evvel senin küçük bir testten geçmeni istiyorum. Buna “Üçlü Filtre Testi” deniyor.”
“Üçlü filtre mi?”
“Doğru... Benimle arkadaşım hakkında konuşmaya başlamadan önce bir süre durup ne söyleyeceğini filtre etmek iyi bir fikir olabilir.”
“Birinci filtre: Gerçeklik Filtresi.”
“Bana birazdan söyleyeceğin şeyin tam anlamıyla gerçek olduğundan emin misin?”
“Hayır! Aslında bunu sadece duydum ve...”
“Tamam... Öyleyse sen bunun hakikaten doğru olup olmadığını bilmiyorsun.”
“Şimdi ikinci filtreyi deneyelim: İyilik Filtresi’ni...”
“Arkadaşım hakkında bana söylemek üzere olduğun şey iyi bir şey mi?”
“Hayır, tam tersi...”
“Öyleyse onun hakkında bana kötü bir şey söylemek istiyorsun ve bunun doğru olduğundan emin değilsin. Fakat yine de testi geçebilirsin, çünkü geriye bir filtre daha kaldı: “İşe Yararlılık Filtresi.”
“Bana arkadaşım hakkında söyleyeceğin şey benim işime yarar mı?”
“Hayır, gerçekten yaramaz!”
“İyi... Eğer bana söyleyeceğin şey doğru değilse, iyi değilse ve işe yarar, faydalı değilse bana niye söyleyesin ki?”
Dostlarla ilişkilerin selâmeti, hukuklarını gıyaplarında da koruyabilmeye bağlıdır. Dostları ayıplı hâle getirecek her çeşit söz ve davranışa karşı hassas bir duruş sergileyebilmek son derece mühimdir. Kıymeti takdir edilmeyen her bir değer, zamanla kaybolmaya mahkûmdur. Unutmamak gerekir ki en büyük acılardan biri de kaybedilen dostluklardır.