“Kızım, kızım. İki ela gözüm. Çingenlerden dünür geldi vereyim mi seni? İstemem babacım, istemem...” Birçok yerden gelen dünürleri baba kıza sorar ve kız hepsine istemem der, ta ki geri çeviremeyeceği talibi anlatan son kıtaya kadar. Böyle böyle beş altı kıta devam eder.
Suratını asmıştı kızcağız. Büyükbabası ne zaman bu manilere başlasa bitirmeden susmazdı çünkü. Büyükbaba manisini bitirince, bastonunun kafasıyla torununu incecik boynundan yakaladı ve bir çırpıda dizine oturttu. Terzisine diktirdiği yeşil takımının cebinden küçük taradığını çıkarıp sakalını taramaya başladı. Titiz adamdı, tıraşını, saç sakal bakımını kendisi yapardı ve en sonunda sakalına esans sürmeyi ihmal etmezdi. Tarama işlemi bitince torununa dönerek:
“Bir insanın sakalı ne kadar uzun olmalı biliyor musun?” diye sordu. Torun başını iki yana sallayınca sağ eli ile sakalını şöyle bir toplayıp tuttu. Kız onu bir an Hacivat’a benzeterek kıkırdadı. “Böyle tuttuğun zaman yumruğunun altından birazcık çıkacak, daha kısa olmayacak, çok daha uzun da olmayacak” dedi. Kızcağız bu sakal boyu bilgisi ile ne yapacağını bilmeden büyükbabasına bakarken, köstekli saatine bakan büyükbaba: “Haydi bakalım, şimdi benim camiye gitmem lazım” diyerek torununu dizinden alıp koltuğa oturttu.
İmamın duaya başlamasıyla kendine geldi kızcağız. Gözünden akan yaşlar hem yanağını üşütüyor hem de o anki buruk tebessümünün üzerine düşüyordu. Mevsimlerden kıştı. Yapımında büyük emeği geçtiği için torunları arasında “büyükbabanın camisi” olarak bilinen o camide, O’nun cenazesindeydi. Asilliği, ahlakı, güzelliği, santim santim ölçtürüp diktirdiği takım elbiseleri, bastonu, esansı, köstekli saati, yaklaşık seksen yaşına rağmen beş kat merdiveni tık tık çıkması ve daha birçok şeyi ile torununun hayatına büyük bir iz bırakmıştı.
Defin işleri bittikten sonra duasını yapan torun mezarlıktan çıkarak etrafı dolaşmaya başladı. Sokaklara, kaldırımlara büyükbabasının izini arar gibi baktı durdu. Mahalle içine gelince biraz ileride cenazeden geldiği belli olan kadınların kendi aralarında konuştuklarını duydu. Biri diğerine: “Hacı babayı da ailesini de ben hiç tanımadım. Cenazedeki kalabalığa bakılırsa eşi dostu arasında pek bir hatırı sayılır bir insanmış. Sabahın o derin sessizliğinde O’nun bastonunun tık tık sesini duyardım. Cami yolu bizim evin önünden geçiyor. O sesi duymadığım sabah çok azdır. Güzel bir iz bıraktı benim hayatımda. Allah rahmet etsin.”
Kızcağız bunları duyunca gözlerinden akan yaşları durduramadı. Aradığı izi bulmuştu. Eve gitmek için geriye döndüğünde karın üstünde kalan ayak izlerini gördü. Bir an büyükbabasının dizinde oturan sekiz yaşındaki çocuk gibi kıkırdadı. “Ah be büyükbaba, öldün, hâlâ benle uğraşmaktan vazgeçmiyorsun” dedi. Tebessümünün üzerine düşen gözyaşlarını silerek evin yolunu tuttu.
Yazarın notu: Olayların büyük bir kısmı yaşanmış olup fotoğrafa ve hikâyeye uyarlanmıştır. Bu sebeple rahmetli büyükbabam Halil Arslan’ın ruh-u şerifleri için bir Fatiha istirham ederim.