Gözün bakmaması gereken daha başka alanlar ve durumlar da vardır. Mesela kapı ve pencerelerden başkalarının evlerini gözetlemek, yine başkalarının ayıp ve kusurlarını görmeye çalışmak, şiddetle yasaklanmıştır. Muhatapları rahatsız edecek her çeşit bakış da uygun görülmemiştir. Özellikle misafirlikte, göze sahip olmak önemli edeplerden biri sayılmıştır.
Her bir uzvun kendine has bir terbiyesi vardır. Dil terbiyesi, dinleme terbiyesi, gönül terbiyesi, göz terbiyesi gibi. Biz bu yazıda göz terbiyesi üzerinde duracağız. Allah’ın her bir nimeti yücedir. Hiçbir nimet küçük görülemez. Göz nimeti de Rabbimizin yüce ihsanlarından biridir. Elbette yerinde kullanılmak ve şükredilmek ister.
Rabbimizin göz nimeti ile ilgili çok sayıda hatırlatmaları ve uyarıları vardır:
• Göz, bilgi edinme vasıtalarından biridir.
“Sizler hiçbir şey bilmez bir durumdayken Allah sizi analarınızın karnından dışarı çıkardı; şükredesiniz diye size kulaklar, gözler, kalpler verdi.” (Nahl Sûresi, 78)
• “Kitâb-ı manzûr” olan kâinatı okuma aracıdır.
“Peki insanlar devenin nasıl yaratıldığına, göğün nasıl yükseltildiğine, dağların nasıl dikildiğine, yeryüzünün nasıl yayıldığına bakmazlar mı?” (Gâşiye Sûresi, 17-20)
“Üstlerindeki göğe bakmıyorlar mı? Hiçbir kusuru olmaksızın onu nasıl kurduk, nasıl süsledik.” (Kâ Sûresi, 6)
• İbret ve hikmeti keşfetme vesilelerinden biridir.
“İnsan neden yaratıldığına bir baksın.” (Târık Sûresi, 5)
“İnsan yediğine bir bakıp düşünsün!” (Abese Sûresi, 24)
“Yeryüzünde dolaşıp da kendilerinden öncekilerin sonlarının nasıl olduğunu görmediler mi? Allah onların köklerini kazıdı, bu kâfirleri de benzer sonuçlar beklemektedir.” (Muhammed Sûresi, 10)
Böylesine bir nimet, yanlış alanlarda ve yanlış şekilde kullanılmamalıdır. Aksi halde hem kişiliği zedeleyecek ve hem de ilahi huzurda sahibini zorda bırakacaktır. Şu uyarılar dikkat çekicidir:
“Allah, gözlerin kötü niyetli hain bakışını ve kalplerin sakladıklarını bilir.” (Mü’min Sûresi, 19)
“Mümin erkeklere söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar ve iffetlerini korusunlar. Bu onlar için daha arındırıcıdır. Allah onların bütün yaptıklarından haberdardır. Mümin kadınlara da söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar ve iffetlerini korusunlar.” (Nûr Sûresi, 30-31)
Rasûl-i Ekrem –sallallahu aleyhi ve sellem- de şöyle buyururlar:
“Ey Ali! (Mahremin olmayan yabancı bir kadına) ilk bakışın ardından ikinci defa bakma. Çünkü ilk bakış hakkındır, bağışlanabilir. İkinci bakış ise hakkın değildir, haramdır” (Ebû Dâvud, Nikâh, 42; Tirmizî, Edeb, 28).
Huzeyfe –radıyallahu anh-’den rivâyet edildiğine göre Rasûlullah –sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:
“Harama bakış, iblisin zehirli oklarından bir oktur. Her kim Allah korkusu sebebiyle onu terk ederse, Yüce Allah bu davranışına karşılık ona, kalbinde tadını hissedeceği bir iman bahşeder.” (Hâkim, IV, 349/7875; Heysemî, VIII, 63)
Abdullah b. Abbâs –radıyallahu anhüma- anlatıyor: (Yakışıklı bir delikanlı olan) Fadl b. Abbâs, Rasûlullah –sallallahu aleyhi ve sellem-’in bindiği bineğin arkasında oturuyordu. Bir ara Has’am kabilesinden (genç ve güzel) bir kadın fetvâ sormak için Rasûlullah’a geldi. Fadl kadına, kadın da Fadl’a bakmaya başladı. Bunun üzerine Rasûlullah –sallallahu aleyhi ve sellem- Fadl’ın yüzünü hemen öbür tarafa çevirmeye başladı. (Nesâî, Menâsik, 12; Muvatta’, Hac, 97).
Gözün bakmaması gereken daha başka alanlar ve durumlar da vardır. Mesela kapı ve pencerelerden başkalarının evlerini gözetlemek, yine başkalarının ayıp ve kusurlarını görmeye çalışmak, şiddetle yasaklanmıştır. Muhatapları rahatsız edecek her çeşit bakış da uygun görülmemiştir. Özellikle misafirlikte, göze sahip olmak önemli edeplerden biri sayılmıştır.
Mahzurlu olmasa bile lüzumsuz bakışlardan gözü korumak da, gönül safiyeti ve huzuru bakımından gerekli görülmüştür. İbn Arabi -kuddise sirruh- der ki:
“Lüzumsuz bakışlardan sakının. Çünkü böylesi bakışlar, kalbe arzu ve istek tohumu eker. Gaflete sebebiyet verir. Uzuvlarını başıboş bırakan kimse, kalbini yormuş olur. Bu, tecrübeyle sabittir. Kişi azalarını koruduğu müddetçe gönlü rahat eder. Göz, güzel bir şekle bakarsa, gönül ona takılır. Bu güzel şey, hali vakti yerinde olan birine aitse ve ona bakan onu elde edemeyecekse artık bu kimsenin gönlü o şeye bağlı kaldığından yorulur. Zaman olur, uyuyamaz. Hayat onun için sıkıcı olmaya başlar. Bu anlattığımız durum helaller içindir. Ya bir de haram bir şeye bakarsa onun durumu ne olur var sen kıyas et.”
Güçlü bir hafızaya sahip olduğu bilinen Mahir İz hocaya bir gün:
“Hocam! Maşaallah çok keskin bir zekânız, muazzam bir hafızanız var. Elli, altmış sene evvelini dün gibi hatırlayıp söyleyebiliyorsunuz! Bunu nasıl başarıyorsunuz? Bunun sırrı nedir?” diye sorduklarında, Osmanlı’nın bu değerli münevveri göz terbiyesi ile alâkalı çok ilginç bir cevap veriyor:
“Oğlum, biz Osmanlı ilk mektebine gittik. Bize ilk gün yolda nasıl yürünür, bunun kaidesini öğrettiler. Göz, ayağın ucunda olacak yolda yürürken! Gözümüz hep ayağımızın ucundaydı. Hep önümüze bakardık. Sizler boyuna etrafınıza bakıyorsunuz... Ona bak, şuna bak... Sizde hafıza olmaz. Günahı göz işlerse de belasını gönül çeker. Gözler bakar, gönül rahatsız olur ve hafıza zayıflar.”
Anadolu irfanının ustalarından Yunus Emre’nin “Göz odur ki Hakk’ı göre, gündüz gören göz değil” ifadesinde olduğu gibi gözle ilgili daha nice irfânî ufuklara işaret edilmiştir. Gözü maksûda ve matlûba odaklayıp gayrı görmemek de Hak yolculuğunda son derece ehemmiyetli yüksek bir edeptir. Reşâhat adlı eserde bu mealde şöyle bir şiire yer verilir:
“Yolumuz yâr ile bir gülbahçesine uğradı
Ben gafletle güle nazar edince dedi ki yâr
Utan yaptığından ben varken güle bakmak nasıl elinden gelir.”
Evet göz, sadece görene değil, görülene de müspet ya da menfi bir tesir icra eden yüce bir nimettir. Nimeti nimet olarak korumak, onu azap ve gazap vesilesi haline getirmemek, elbette bir terbiye meselesidir.