Deli Yürek 45. bölümde Kuşçu ve Miroğlu sevmek bahsinden konuşurlar.
“Ne demiş Goca Yûnus: “Çıktım erik dalına, onda yedim üzümü.” Bak bak bak hele, erik dalında üzümün ne işi var? Sahi Yusuf’um, erik dalında üzümün ne işi var?
-Herhalde asmadan söz etmiyor.
-Yok, gabaktan söz etceedi.
-E söyle, ne işi var erik dalında üzümün?
-Herkes bundan ne anlar bilmem emme ben şöyle anlıyom: Âşık adamın gıdası sevdiği değildir, gıda sevmenin kendisidir. Onun için indilerde gendilerini âşık sananlar sevgiyle beslenmiyolla, ya nidiyolla? Sevgililerini yiyolla. Âşık didiğin sevgilisi yi mi? Sevgilisini yiyen hayvandır. Onun için sevgilisini yiyenler ölür emme âşıklar yaşar. Ölen hayvandır, âşıklar ölmez.”
Ne zaman erik dalından bir üzüm düşse üzerime, açar bu sahneyi izlerim. Ne zaman ki sevmenin sınırları aşılmış olsa erik dalından düşer üzümler üstüme.
Zannetmenin son sınırlarına kadar yaşandığı dönemlerden geçiyoruz. Güzel zannetmenin, kötü zannetmenin, ölmeyeceğim zannetmenin, seviyorum zannetmenin, bana ait zannetmenin ve daha birçoğu. Zan nedir? Bir şeyi olma ve olmama ihtimaliyle beraber olmuş kabul etmek değil midir? Olmama ihtimalini kabul etmiyor muyuz yoksa? Siz ne düşünürsünüz bilmem amma ben düpedüz sevdiğimizi zannettiğimizi zannediyorum. Miş gibi yaşıyoruz. Öyle insanlar var ki hatta, düşüncelerinin arkasındaki niyetin farkında değiller; sözü, gözü, eli başka telden çalar. Öyle ki: Dostmuş, akrabaymış, iyimsermiş, seviyormuş, yardımsevermiş, çalışkanmış, dindarmış… Bu liste uzayıp gider. Miş gibiler ve biz. Ne duygumuzu biliyoruz ne duygumuzun sınırını. Duygunun sınırı olur mu demeyin ne olur. En çok duygunun sınırı olmalı. Hele de sevmek. Sevdiklerimize onların sahibiymiş gibi davranıyoruz. Sevdiklerimize zulmediyoruz. Çiçeğe daha çok su veriyor, ilacı daha fazla kullanıyor, yemeği daha çok pişiriyoruz. Hep daha çok. Bir adım daha ileriye gideyim, bir adım daha sonrayı göreyim. Neyi yetiremiyoruz? Sevgimizi mi yoksa sevmek duygusunun bizde oluşturduğu sahiplenme hissini mi? Sevmekle sevdim zannetmenin arasında bir adım vardır, o da haddini bilmektir. Hiç kalp parsellenir mi? Toprak mı bu tüm köşelerini adımlayasın. Bırak basmadığın yerler de kalsın.