Bu yola baş koyulmalı… Aş koyulmalı… Aşkla sarılmalı… Bunu bir iş bilmeli… Öyle bilmeli ki Allah’ın rahmetini celp etsin…
Nimetin bol olduğu bir zaman ve zemini paylaşıyoruz. Var olanla değil de kaçanla meşgulüz. Yediklerimizden daha çok yemediklerimiz gündemimizi işgal etmiş. Komşunun aç olanları değil, tok olanları makbul hale gelmiş. Ya zalimlerin insafına terkedilenler… Allah’ın topraklarına sakladığı altın madenini bile kendisine kullanamayan Afrika’nın insanıyla komşu değil miyiz?
Gözümüzü kapatsak, kulaklarımızda çınlıyor sesleri… Biz kaçsak da kadim medeniyet kodlarımız, bizi bırakmıyor. Devlet olarak, fert olarak… Yatağına mahkûm olmuş ve tedavisi için imdat bekleyen bir Müslüman; sizi arayıp, bulduğu yeni bir hastane adresini paylaşıyor ve yardım diliyorsa… Olaylara nasıl sağır olacaksınız?
Geç kaldınız diye gözünüze manalı bir bakış atılmışsa… Bizim evdeki musluklara ve beğenilmeyen sulara inat, “Abdestimi bile çoğu zaman teyemmümle almıştım…” diyorsa bir Müslüman… Beş tek üzümü cebinde saklayıp, evinde çocuklarıyla paylaşacak birini görmek, size dokunmayacak mı? Kısa bir dönem aralarında kaldık. Aramızdaki ülfet ilerlemiş olmalı ki çekip götürdüler yeniden... Yanımda iki dostumla beraber… Bu derginin okurlarının uzak olmadığı topraklardır orası…
Burkina’da ziyaret ettiğimiz bir yetimhane, “Hangimiz daha yetim?” diye sordurdu. Yetimhaneyi gezerken, Allah Rasulününün; “Ben ve bir yetimi bakıp onu mutlu eden kimse, cennete şöyle olacağız.” (Mübarek iki parmağını birleştirerek) buyurduğu hadis-i şerifi hatırlıyoruz. Biz cennet bekleyen Müslümanlar ve bu yetimhaneyi inşa eden gayrimüslimler…
Bir köyde toplu olarak getirilen kelime-i şehadet; “Ya Ali! Senin sayende bir kişinin hidayete ermesi, senin için dünya ve içindekilerden daha hayırlıdır” uyarısını hatırlatıyor. Sonra da geride kalanlara karşı kıskançlık duygularını kabartıyor. Hiç olmazsa bunların şehadet törenlerine şahitlik etmenin hazzı için gidilir…
Bir çorabın, bir şekerin veya bir tek tişörtün çocukta bıraktığı mutluluğu görünce, “Kim iman sahibi bir kardeşinin ihtiyacını giderirse, Allah da onun ihtiyacını giderir.(Taberani)” hadis-i şerifini hatırlayıp hamd etmek için bu yola katlanılır. Aslında onların aldığı ve mutluluğuna sebep olan şey öylesine büyük metalar da değildi. Mutluluk çok büyük kazançlarda gizli değil yani…
Amaç, onlara sadece maddi şeyleri vermek değil… Kardeş olduğunuzu hatırlamak ve hatırlatmak, onların elini sıkınca dönüp elinizi yıkamamak, sofralarında birkaç lokma da olsa onlara eşlik etmek… İslam kardeşliğinin, derinin rengiyle engellenemeyeceğini göstermek…
İki yıl önce beraber çalıştığımız Âdem isimli yerli bir kardeşle bir yolculuktaydık. Kavşakta bekleyen bir kadına camdan şeker ikram ettik. Öylesine büyük bir sevinci izhar etmişti ki sanki ona dünyaları verdiniz. Onun bu sevincinden biz de çok memnun kaldık. Yanımdaki arkadaşıma bu memnuniyetin sebebini sordum. Şeker miydi bunda böylesine büyük bir sevinç bırakan? “Hayır! Bu kadın şekere sevinmedi. Senin beyaz bir insan olarak onu görmüş, fark etmiş ve ona bir şekerle bile olsa değer vermiş olmana sevindi.” Yani bizdeki deyimiyle “Adam yerine konulmak…” Allah’ın değer verdiği birisini değersiz saymak ha… Allah’ım sen muhafaza et bizi…
Onlar çok şey kazanmadı. Zaten alışmışlardı böylesi bir hayata… Ama biz şükretmeyi, kardeş olmayı, kucaklamayı, bir kırık gönlün sevgisini kazandık… Duaları kazandık. Bu yola baş koyulmalı… Aş koyulmalı… Aşkla sarılmalı… Bunu bir iş bilmeli… Öyle bilmeli ki Allah’ın rahmetini celp etsin…