
İnsanlık tarihi bir anlamda devletlerin tarihidir. Zaman değiştikçe devletlerin yönetim şekli de değişikliğe uğramıştır. Eski zamanda devletler genelde monarşi düzeniyle yönetilirken günümüzde demokrasi sisteminin daha yaygın olduğunu görmekteyiz.
Kimi devletler tarihte önemli bir iz bırakırken kimileri tarih sahnesinden çekildikten kısa bir süre sonra unutulup gitmişlerdir. Tarihte iz bırakan devletleri “büyük devlet” kategorisine pekâla sokabiliriz.
Roma, Bizans, Abbasi, Osmanlı bu “büyük devlet” kategorisi içinde yer alır. Büyük devletler kendi bünyesinde sağlam bir hakimiyet kurduklarından etkileri sadece iç’te değil dış’ta da olmuştur. Yani büyük devletler iç siyaseti başarılı bir şekilde yürütürken dış siyasete de etkide bulunurlar, hatta yönetirler. Yukarıda ismini andığımız devletler bu kategoridedir.
Böyle devletler kendinden daha zayıf devletleri de kendi peşinden sürükler. Küresel siyasette söz sahibi olamayan küçük devletler ise kendinden daha güçlü devletlerle bir ittifak arayışına girer.
‘Büyük devletler’ etkisini sadece siyasette değil kültür ve sanatta, eğitimde, bilimde, askeri alanda vb. da gösterir. Bütün bu unsurlar sayesinde global dünyaya kendince değerler sunar.
Bu durum geçmiş zamanda olduğu gibi günümüz dünyasında da benzer bir paralellikte. Biz konumuzla bağlantılı olarak modern dünyanın bu durumuna kısaca değineceğiz.
Modern Dünyanın Kutupları
Fransız İhtilali’nin ardından çok uluslu devletler parçalandı, imparatorluklar yıkıldı. Küresel ölçekte güç savaşları başladı. Özellikle İkinci Dünya Savaşı’nın ardından bugünün dünya düzeni şekillendi.
Bu dünyada öne çıkan iki blok vardı: AB ve ABD öncülüğünde oluşan Batı bloğu, Sovyetler Birliği önderliğinde sosyalist ülkelerin katılımıyla oluşan Doğu bloğu.
Bu düzen İkinci Dünya Savaşı’nın ardından yaklaşık yarım asır süregeldi. 1990 yılında sosyalist sistem yıkıldı ve Doğu bloğu dağılmış oldu fakat Rusya küresel sistemde etkisini korumaya devam etti ve hâlâ koruyor.
Bunun yanında Almanya, Çin, Japonya gibi devletlerin küresel ölçekte etkileri gitgide belirginleşmeye başladı. Özellikle AB’nin geçirdiği bazı sarsıntılar yeni merkezlerin aranmasına sebep oldu.
Belli ki dünya yeni siyasi güçlerin doğumuna hazırlanıyor. Yakın gelecekte bu daha net bir şekilde görülecektir. Ama küresel siyasetin (büyük ölçekte) ABD ve Rusya güdümünde şekillendiği gerçeği halen devam ediyor.
Küresel Sistemde Türkiye Kutbu
Küresel sistemin merkez üsleri kimi çatırtılar geçirirken dünya da kendine yeni kutuplar aramaya başladı. Siyaset bilimcilerin, düşünürlerin bu konuyla ilgili bazı tahminleri mevcut. Yukarıda ismini andığımız ülkelerin gelecekte küresel sistemin de yöneticisi olması muhtemel.
Bu ülkelerin yanı sıra ismi anılan bir ülke de Türkiye. Özellikle son 15 yılda gerçekleştirdiği ekonomik sıçrama, AB ekseninde yaptığı reformlar, emperyalist sisteme takındığı muhalif tavır vb. bu anlamda Türkiye’yi ön plana çıkarıyor.
Küresel sistemde aktör olma ihtimali sadece 600 yıllık büyük imparatorluğun romantizmiyle yaşayan Türk halkında değil, Ortadoğu’yu yakından takip eden yabancı araştırmacı, entelektüel ve oryantalistler için de merak konusu.
Peki, romantik hayaller bir tarafa bu durumun gerçekleşme ihtimali nedir?
Öncelikle Türkiye küresel bir aktör olma hedefinde ise salt bu hedef doğrultusunda yürümesi hatalı olur. Esas olan küresel aktörlük değil; yozlaşmış küresel sistemde yeni ve özgün bir mecra olabilmek. Yani bugünün dünya düzenine alternatif bir sistem kurabilmek!
Her ne kadar küresel sistemin muktedirleri birbirine karşıt olarak algılansa da uyguladıkları politikalar üç aşağı beş yukarı aynı eksendedir. Dolayısıyla alternatif bir mecranın doğması küresel kutuplara olan bağımlılığın önüne set çekilmesini de sağlayabilir.
Gel gelelim Türkiye’nin küresel bir aktör olması sadece izlediği dış politikayla ve ekonomik kalkınma ile sağlanamaz. Çözülmesi gereken birçok sorun bulunuyor.
Tabii zamanın aynası bize her şeyi daha berrak gösterecektir. Klişeleşmiş bir sözle; bekleyip ve görelim!