
Tövbe ümidiyle günaha yönelmek, geleceğini karartmak ve belki bitirmektir. Geçmiş günahlarımızdan tövbe ile temizlenebilmek, Rabbimizin bize muhteşem bir ikramı iken, tövbe ederim hayaliyle masiyete yönelmek, nefsimizin ya da şeytanın kurduğu zehirli bir tuzaktır.
İnsan hayatının her dönemine kurulmuş farklı tuzaklar vardır. İnsaniyetini, başarılarını, fani hayatını ve ebedî hayatını hedef alan tuzaklar. Çoğu zaman insan, kendi kendisine tuzak kurar. İnsan ve cin şeytanlarının da kendilerince kurduğu tuzaklar vardır.
Kurulan her tuzakta, özellikle kişinin kendi kendine kurduğu tuzaklarda görünüşte masumâne bir arka plan vardır. Diğer bir ifadeyle kişi kendi kendini iknâ eder, kendine tuzak kurduğunu fark etmeden. İşte bu yazıda böylesi bir tuzaktan bahsedeceğiz. Bu tuzak çoğu zaman şöyle kurulur: “Şimdilik böyle yapalım, günah ise de işleyelim; sonra tevbe eder, kendimize çekidüzen verir bu hatamızı telafi ederiz.”
Her yaşta nefsânî arzularımız uğruna kendimize bu çeşit tuzaklar kurduğumuz olur; ancak geleceğimizi inşa yolunda daha çok gençlik yıllarında bu çeşit tuzaklara çok düşeriz. İki gerekçe üretiriz çoğu zaman: 1. Tövbe ederiz kendimizi arıtırız. 2. İleride bu hatalarımızı ya da ihmallerimizi bir şekilde telafi ederiz.
Kur’ân-ı Kerim’de Yusuf aleyhisselamı kuyuya atıp öldürmek isteyen kardeşlerinin kendilerine buldukları gerekçe tam da böyle bir gerekçedir:
“Andolsun ki Yusuf ve kardeşlerinde, (almak) isteyenler için ibretler vardır.
(Kardeşleri) dediler ki: Yusuf ile kardeşi (Bünyamin) babamıza bizden daha sevgilidir. Hâlbuki biz kalabalık bir cemaatiz. Şüphesiz ki babamız apaçık bir yanlışlık içindedir.
(Aralarında dediler ki:) Yusuf’u öldürün veya onu (uzak) bir yere atın ki babanızın teveccühü yalnız size kalsın! Ondan sonra da (tevbe ederek) sâlih kimseler olursunuz! (Yusuf Sûresi, 7-9)
Dikkat edilirse burada Yusuf’un kardeşlerinin işleyecekleri cinâyete buldukları gerekçe; “İleride tevbe edip salihlerden olma ümidi”dir. Günahın günah olduğunu bile bile işleyenlerin büyük çoğunluğunun gizli gerekçesi işte bu düşüncedir.
Tövbe geçmişe yönelik büyük bir arınma vesilesi iken, geleceğe yönelik bir aldanma vesilesi olabilmektedir. Esasen tövbe, hatadan dönme ve hâlini ıslah etme fırsatıdır. Geçmişimizin geleceğimizi esaret altına almamasına yönelik büyük bir ilâhî ikramdır. Zira böyle bir arınma imkânı söz konusu olmasa idi, bozulan kimsenin yeniden ıslah ve ihyasına imkân olmayabilirdi.
Kişinin kendi nefsi ya da insan ve cin şeytanları, Allah Teâlâ’nın tövbeleri kabul edeceği hakikatini yanlış yerde kullanarak, günah ve masiyet işlemeyi kolaylaştırabilmektedir. Çok para kazanma hırsıyla haram-helâl demeden mal toplayan kimseler de, şehvetini tatmin için haram yollara düşenler de, hak etmediği halde belli makamlara ulaşmak için rüşvet ve benzeri durumlara tevessül edenler de çoğu zaman bu ve buna benzer tuzakların kurbanı olmaktadırlar.
Öyleyse bu tuzağa karşı dikkatli olmak gerekmektedir. Zira hiç kimse yarın ne yapacağını bilemeyeceği gibi yarına kadar yaşamasının da bir garantisi yoktur.
Anlatılır ki bir terzi, sâlihlerden bir zâta:
“–Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in: «Allâh Teâlâ, kulunun tevbesini, canı boğazına gelmediği müddetçe kabûl eder.» (Tirmizî, Deavât, 98/3537) hadîs-i şerîfi hakkında ne buyurursunuz?” diye suâl etti. O zât da sordu:
“–Evet, böyledir. Ama senin mesleğin nedir?”
“–Terziyim, elbise dikerim.”
“–Terzilikte en kolay şey nedir?”
“–Makası tutup kumaşı kesmektir.”
“–Kaç seneden beri bu işi yaparsın?”
“–Otuz seneden beri.”
“–Canın gırtlağına geldiği zaman, kumaş kesebilir misin?”
“–Hayır, kesemem.” deyince o sâlih zat şu tavsiyede bulundu:
“–Ey terzi! Bir müddet zahmet çekip öğrendiğin ve otuz sene kolaylıkla yaptığın bir işi o zaman yapamazsan, ömründe hiç yapmadığın tevbeyi o an nasıl yapabilirsin? Bugün gücün kuvvetin yerinde iken geçmiş günahlarına tevbe eyle ve tevbe ederim ümidiyle de günah işlemeye kalkışma! Yoksa son nefeste istiğfar ve hüsn-i hâtime nasîb olmayabilir.”
Hikmet ve irfan ehli büyüklerin, tövbe ederim ümidiyle günah ve masiyetlere kapı aralayanlara bir başka uyarısı daha vardır ki, bu da son derece mühimdir. Şöyle ki:
“İşlenen bazı günahlar, insanın manevî cihazları diyebileceğimiz “Letaifler”ini kapatabilir ve hatta öldürebilir. Bu noktada küçük günahlar bile dikkate alınmalıdır. Zira ısrarla işlenen küçük günahlar, zamanla büyük günaha dönüşür. Nice büyük yangınlar, küçük bir kıvılcımın sonucudur.”
Bu uyarıdan şunu anlıyoruz ki, tövbe ile günahlarımız bağışlanmış olsa bile insaniyet kumaşımız zayıflamakta ve kalite kaybına uğramaktadır. Rabbimizin lütfettiği nice kabiliyet ve istidatlarda körelmeler ya da zafiyetler oluşmaktadır. Muhammed Es’ad Erbili –kuddise sirruh-’un Sultânü’l-arifin Mahmud Sami Ramazanoğlu Hazretlerine verdiği icazetnamedeki şu cümleler dikkat çekicidir:
“…Dervîşâne icâzetnâmemizi taşıyan mânevî evlâdımız Sami Efendi, gençlik günlerini nezih dînimizin kurtarıcı dairesi içerisinde geçirmiş,…”
Evet, gençliğini istidatlarını köreltmeden geçiren kimselerin “İnsan-ı Kâmil” olma yolculuğunda başarılı olma şansı daha çoktur.
İnsaniyet kumaşı zedelenmemelidir. İnsan zaafları sebebiyle zaman zaman günaha düşebilir; fakat günah işlemeye cür’et etmemelidir. Düştüğü günahların kalıcı tesir bırakmaması için de hemen tövbeye yönelip arınmalıdır. Zira tövbe geciktirilirse, günahın kirleri öz benliğe işleyecek ve birtakım hasarlara sebebiyet verebilecektir. İşte âriflerimizin letâiflerin körelmesi ya da ölmesi diye işaret buyurdukları tehlike de bu olsa gerektir.
Öyleyse, tövbe ümidiyle günaha yönelmek, geleceğini karartmak ve belki bitirmektir. Geçmiş günahlarımızdan tövbe ile temizlenebilmek, Rabbimizin bize muhteşem bir ikramı iken, tövbe ederim hayaliyle masiyete yönelmek, nefsimizin ya da şeytanın kurduğu zehirli bir tuzaktır.