Kur’ân-ı Hakîm, Yüce Rabbimizin şu kâinâta koyduğu görünür-görünmez kanunlarına bazen misallerle işâret eder. O misaller sıradan bir hikâyeden ibaret değildir. İnsanların çoğu zaman görüp hissedemediği ezelî ve ebedî hakikatleri yansıtan hakikat aynasıdır. İşte kendimize ve bize lutfedilen nimetlere nasıl bakmamız gerektiğini bütün canlılığıyla gösteren Rabbânî bir tablo:
Âlemlerin Rabbi anlatıyor:
“(Habibim yâ Muhammed!) Onlara şu iki adamı misal getir ki, bunlardan birine iki üzüm bağı verip, o bahçelerin ikisinin de etrafını hurmalıklarla çevirmiş ve aralarına da ekili bir alan yerleştirmiştik. Her iki bahçe de beklenen ürünü veriyor, verimlerinde herhangi bir eksilme göstermiyorlardı. İki bahçenin arasından bir de ırmak akıtmıştık. Böylece bu bahçelerin sahibi bolluk içinde ürün kaldırıyordu.
Bir gün bu adam komşusuyla konuşurken ona:
«− Benim malım mülküm senden çok; nüfusça da senden daha güçlü daha ilerdeyim!» dedi.
İşte kendi kendine böylece yazık eden bu adam: «Bu bahçenin bir gün yok olacağını asla düşünemiyorum” diyerek bahçesine girdi; ve «Kıyametin gerçekleşecek bir şey olduğunu da sanmıyorum (diye ekledi ve devamla) hem kıyamet gerçekleşse ve ben Rabbimin huzuruna çıkarılacak olsam bile, sonuç olarak, her halde bundan daha iyisini karşımda bulacağım!» dedi.
Kendisiyle konuştuğu arkadaşı ona dedi ki:
«− Seni tozdan topraktan, sonra da bir damla nutfeden yaratıp da eksiksiz bir insan şekline sokan Allah’a karşı nankörlük mü yapıyorsun? Bana gelince, biliyorum ki benim Rabbim Allah’tır ve ben Rabbime asla hiçbir şeyi ortak koşmam! Yazık, keşke bahçene girerken ‘Mâşâallah (Allah’ın dilediği olur, çünkü) her türlü güç ve kuvvet ancak Allah’ın izni ve yardımı iledir’ deseydin! Mal ve evlatça senden daha güçsüz isem de Rabbim bana senin bağından, bahçenden daha hayırlısını verebileceği gibi, senin bu bahçene gökten bir âfet gönderir de bahçen o zaman yerle bir olabilir; yahut bir daha asla bulup çıkaramayacağın biçimde onun suyu çekilebilir!»
Ve gerçekten de böyle oldu: Ürünlerle dolup taşan bahçeleri çepeçevre târumar edildi; ve bahçenin târumar olmuş çitleri, çardakları karşısında, boşa giden emeğine yanarak ellerini oğuştura oğuştura: «Ah, ne olurdu, Rabbime hiçbir şeyi ortak koşmasaydım. (O’na ait uluhiyet ve rububiyet vasıflarını ne kendime ne de başkasına layık görmeseydim!) demekten başka söyleyecek bir şey bulamadı. Çünkü şimdi artık onun ne Allah yerine kendisine yardım ulaştıracak kimsesi vardı, ne de kendi başının çaresine bakabilecek durumdaydı. İşte bunun içindir ki, koruyucu-kollayıcı güç bütünüyle tek ve gerçek ilah olan Allah’a aittir. Hak edilen karşılığı vermekte de, sonucun ne olacağını belirlemekte de en iyi olan O’dur.” (Kehf Sûresi, 32-44)
Hepimizin farklı bir bahçesi vardır. Bu bahçe, bazen akıldır, bilgidir, beceridir, maldır, evlattır, kimi zaman da makamdır, itibardır, manevî hâllerdir. Bu nimetleri gerçek sahibine değil de, çoğu zaman nefsimize, zaman zaman da başka kişilere ya da vasıtalara nispet ettiğimizde, farkında olmadan bahçemize onu küle çevirecek bir ateş atmışız demektir. Bu ilâhî bir sırdır ve sünnetullahtır.
Gözümüzü ve gönlümüzü dolduran fânî sevgiler ve sahip olma arzuları, çoğu zaman bu ilâhî sınırı aştığı içindir ki bizleri mahrumiyet ateşine atarlar. Çok sevdiğiniz ve âdetâ her türlü imkânınızla donatarak yetiştirdiğinizi zannettiğiniz evladınızı kaybediverirsiniz. Kârun gibi ticari maharet ve bilginizle kazandığınıza inandığınız servetiniz, yerin dibine geçiverir. Parmakla gösterilen parlak şöhret ve itibarınız, karizmanız bir günde tuz-buz oluverir. Size kibir veren ve kendi maharetinizle elde ettiğiniz bilginiz hafızanıza ulaşan bir virüsle buharlaşıverir. İbâdet ve amellerinizle elde ettiğinizi zannettiğiniz manevî halleriniz, keşif ve kerâmetleriniz bir anda sönüverir. Daha birçok bahçe hikâyesi sıralamak mümkündür.
Bu inceliklerden yola çıkan gerçek Hak dostları, âdeta “ben dili”ni unutmuşlardır. Her şeyde O’nu görmenin ve hissetmenin hem zevki, hem korkusu hem de teslimiyeti içindedirler. Söz deyip geçmemeli, söze hem edep hem de tevazu yüklemelidir.
Hulâsa bahçemizi küle çevirecek yakıcı sözlerden olabildiğince uzak durmalı ve hakkı Hakk’a teslim ederek: “Mâşâallah, lâ havle ve lâ kuvvete illâ billah” demeden bahçeye nazar etmemelidir!