Hayat devam ediyor. Son nefesine kadar herkes için geçerli bu. Önemli olan nasıl devam ettiği. Benim zevklerim, benim kriterlerim, benim ben’im” etrafında mı devam ediyor, yoksa merkezde ben’den daha yüce bir anlayış, bir varlık, bir düşünce mi var?
Batı kültürünün bize empoze ettiği algılar, zamanla değerlerimiz haline geliyor. “Hayat devam ediyor” cümlesi tek başına hemen her durumda sıradan bir gerçeği ifade etse de, nerede ve ne amaçla söylendiğine göre ciddi bir yozlaşma ile karşımıza çıkabiliyor.
Özellikle üzücü bir durum, ölüm, kayıplar vs. karşısında tekrar toparlanabilmek ve hayat artık asla eskisi gibi olmayacak karamsarlığından sıyrılabilmemiz için duymak isteyebileceğimiz bir cümle bu. Fakat nasıl devam edecek hayat? Hayat devam ediyor, kalk, kendini mutlu edecek bir şeyler yap, biraz eğlen, dışarı çık, iyi gelir. En son duyduğum öneri ise cozutmak. Eğlence, yeme, içme gibi durumlarda biraz ipleri koyuvermek, uzak anlamıyla yoldan çıkmak demek cozutmak. Neyse ki bana bunu söyleyen kişinin cozutması evde pijama terlik ve cips ile film izlemekle sınırlı. Fakat günümüze sirayet eden ve hızla normalleşen haller bu kadarla sınırlı değil.
Kişinin kendisi, keyfi, zevki o kadar önemli bir kriter, değer haline geldi ki artık gerçek hüzün ve kederi, bir başkasının halini dert edineni ara ki bulasın.
Dünyada, ülkende, komşunda, ailende her ne yaşanırsa yaşansın ve hatta senin durumun ne olursa olsun eğlenmeye, yemeye, içmeye, kendini mutlu etmeye devam etmek zorundasın. Bir tür acıyı, acıları, hayatı, sorumlulukları, kişiyi bekleyen sıkıntıları görmezden gelmek için uyuşturma işlemi gibi görünmüyor mu? Her şeye rağmen mutlu olarak görünme çabası, bunu pazarlayabileceğiniz çok mecra da varken ve alıcısı da çokken tüm gayretimizi tüketiyor.
İnsan kolayca keyfini ön plana çıkarabiliyor. Aslına bakarsanız şimdilerde bunu yapmayana af buyurun enayi gözüyle bakılıyor. Bizler gibi hayat çerçevesini dinin belirlediği insanlar arasında bile. Siz de şöyle cümleler duymuyor ve dahi kurmuyor musunuz? “Kendimizi şımartalım biraz, kendim için bunu yapmam lazım, ben de en iyisini hak ediyorum…” Bu cümleleri “Hadi kendimizi terbiye edelim” şeklinde kurmuyoruz. Ümmet için yapmam lazım, derdinde değiliz. Elbet düzelmek için adım atarken kendimizden başlayacağız fakat bu adım egomuzu şişirecek adımlar olmamalı. Sözlerim önce kendime.
Acılara bürünüp olduğu yerde kalan, hareket edemez insanlardan olmayı önermiyorum elbet. Komşu ülkede savaş var diye gülüşen çocuklara kızan, buna hakkınız yok havası estiren bir profili öne çıkarmıyorum. Sürekli eğlence ile uyuşmanın diğer kutbu da budur belki. Elindeki nimetin kadrini bilmeme, teşekkür hisleri içinde olmama hali. Sürekli sırıtan bir çehrenin diğer yüzü abus ifade.
Bir de temkin hali var. “Mü’min, bazen yatan bazen kalkan fakat kökünden sökülmeyen başak gibidir” hadisi şerifi var. Hayatın zorlukları neticesinde tekrar dik durabilmek için o sökülmediğimiz kök kısmını gözden kaçırıyoruz gibi geliyor. Görünene, buğday başağına odaklanmış durumdayız. İçinde huzur kalmamış, psikolojik rahatsızlıkları ile hayatı kendine de çevresine de zehir eden insan, çektiği selfielerde, video günlüklerinde, Instagram fotoğraflarında mutlu, cool görünmeyi yeterli buluyor.
Sıkıntılara karşı “Ben yine de hayatıma devam etmeliyim, keyfimi bozmasına izin vermemeliyim” egosu ile değil, “Allah büyük!” ve “ne gelirse kuluna Allah’tan gelir” köküne tutunarak ayağa kalkabiliyor muyum?
Hayat devam ediyor. Son nefesine kadar herkes için geçerli bu. Önemli olan nasıl devam ettiği. Benim zevklerim, benim kriterlerim, benim “ben’im” etrafında mı devam ediyor, yoksa merkezde ben’den daha yüce bir anlayış, bir varlık, bir düşünce mi var? Merkezde ben varsa, oradan biz çıkmıyor. Yıllar önce bir güzel insan, ben iyi değilim ama biz iyi olalım inşallah demişti. Biz’in içine sığabilirseniz, yaralı da olsanız, boş da olsanız siz de iyi bir bütünün parçasısınızdır. Ben olarak ortada durursanız gün gelir bütün efektler, filtreler, emanetler alınıverir üzerinizden. Nerede bulunmak daha iyi gibi geliyor?