Ne zamandır gazetelere, haber sitelerine göz atamamışım. Herhalde en son cumhurbaşkanlığı seçimlerinde kilitlenmiştik haber merkezlerine. Sonra zaten onların da tadı kaçtı. Ondan öncesinde hatırladığım en önemli(!) haber, Bilgi Üniversitesi’nde kurulan kulüp hakkındaki haber. İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde Türkiye’nin ilk resmi gay-lezbiyen (devamı da vardı buna benzer sıfatların) öğrenci kulübü açıldı. Alev Alatlı gibi “gözün aydın Türkiye” diyesi geliyor insanın. Modernlikte, çağdaşlıkta epey önemli bir adımdır herhalde bu. Konu birkaç küfür, eleştiri cümlesi yahut lanet ile geçiştirilebilecek türden değil ama yine de bu konuya devam edecek değiliz. Ancak merak ediyor insan. Mesela “üstünlük takva iledir” adında bir kulüp kurmaya çalışılsa bir üniversite, nasıl olurdu? Yök, yök, hiç olmazdı.
Neyse, geçelim bu tatsız konuları da kendi gündemimize gelelim. Öyle ya. Sadece ana haber bültenlerinde geçen konular mı hayatımızın manşetlerinde yer buluyor!
Bizim gündemimizde bir süre Vahdettin yer aldı. Şam’da, Süleymaniye Külliyesi’nin mütevazı bahçesinde dinlenen(!?) Vahdettin. Restore edildiği gerekçesiyle kilitli bulunan bu cami, aynen İstanbul’daki adaşı gibi. Mimar Sinan’ın elinde hayat bulan bu cami, kim/kimler tarafından yapıldığını hiç bilinmese bile, size İstanbul’u hatırlatacak ve yaşatacak bir atmosfere sahip.
Cami ile yüz yüze iken, sağ taraftan girilen bahçede medfun Vahdettin. Söylenene göre sadece “ben Türküm” derseniz ziyarete izin veriliyor. Bahçede birden fazla kabir var. En görkemlisinin yanına gidip Fatiha okumaya başlıyoruz. Bir padişahın kabri, etrafındakilerden daha görkemli olmalı ya. Öyle değilmiş. Etrafında süslü parmaklıklar vs. bulunmayan, sade, mermer bir kabri var Vahdettin’in. şam’da, Halep’te her ne kadar kendinizi yabancı bir ülkede gibi hissetmeseniz de, Vahdettin’in kabrinin Türkiye topraklarında olmasını arzu ediyor gönlünüz. İstanbul’da mesela.
İstanbul ve Vahdettin kelimeleri yan yana gelince insanın içi cız ediyor. Viyana’ya geçelim. Genç’in geçen sayısında tanıtılan Ali Ulvi Kurucu hocanın hatıralarından öğrendiğimiz bir olay: Gümülcine’li İsmail, Vahdettin’i ziyaret eder ve “Efendim, burada dava arkadaşlarımızdan sürünenler var” diye rol yapar, ağlar. Yüreği parçalanan Vahdettin elindeki beş yüz altını hiç düşünmeden verir. Şeyhülislam Sabri Efendi olaya vakıf olunca, Ahmet Hamdi Topbaş beyden yardım ister. Gümülcine’li ile görüşen Ahmet Hamdi Topbaş Bey, Viyana’da, bir otel odasında yalnız kaldıklarında silahını çeker ve padişahın parasını ister. Vermezse oracıkta Gümülcine’liyi temizleyecek kadar kararlıdır. Padişahın parasından on altını harcamıştır bile Gümülcine’li. Kalanını teslim eder ve şeyhülislam Sabri Efendi vasıtasıyla para sahibine teslim edilir.