
İçinde Arapça Allah yazan bal petekleri, ineklerin sırtında görülen, yine Arapça Allah lafzını andıran desenler, karpuzlar hatta Allah lafzı şekilli çilek (ki hepsini gördüm) gibi çoğu gerçek olmayan ama gerçek olsa bile hakikat açısından hikmetli bir delil, gerekçe teşkil etmeyen durumlar, tebliğ amacıyla kullanıldığında yarardan çok zarar getiriyor. Bu şekilde pamuk ipliğiyle dine bağladığınız insanların, yarın domatesi kestiklerinde içinde gördükleri “+” şeklini haça benzetip Hristiyanlığa geçmeyeceklerinin garantisi yoktur.
Geçenlerde saygın bir tasavvuf dergisinin hanımlara yönelik ekinde “Çocuğumuza Allah’ı Nasıl Anlatmalıyız” başlıklı bir yazı gördüm. İlginç bir konu. Hele büyüme çağında çoluğu çocuğu olanlar için. Mühim mesele.
Doğrusu şu an yazının genelinde tam olarak nelerden söz edildiğini hatırlayamıyorum bile. Bunun bir nedeni var. Yazıda bir noktaya takıldım. Kilitlendim resmen. Bazen olur böyle; bir metni okurken can alıcı kısmına odaklanır, onu o kadar önemserim ki o kısım dışındaki bütün söylenilenler aklımdan çıkıverir. Bu yazıda da öyle oldu. Takıldığım yer gerçekten de can alıcıydı. Bilemiyorum... Can evinden vurucu demek daha doğru belki.
Metinde, çocuklarımıza Hakk’ın ta kendisi olan Allah’ı anlatırken somut taktiklerin verildiği kısımda, çocuğumuz bize Allah’ı neden göremediğini sorarsa, ona “çünkü gözlerin çok küçük” dememiz salık veriliyordu. Sanki büyüyünce görebilecekmiş gibi... Bu cevap şimdilik ona yetermiş...
Bana da yetti. Yazının devamını okumadım. Bizden her şartta dosdoğru olmamızı isteyen Allah’ı anlatırken yalana başvurmak... Hükmün hakikatini anlayanın saçını ağartan bir istek ve bizim onu anlayış, anlatış biçimimizdeki çarpıklık. Aradaki fark ölümcül.
Asıl meselemiz daha büyük daha önemli daha acı olmasaydı bu yazıya “Hakk İçin Yalan Söylemek” başlığını atardım...
Genç Dergisi’ndeki asli vazifemin yanında serbest zamanlı olarak islamveihsan.com adlı dini içerikli sitenin yayın yönetmenliğini yürütüyorum. Geçtiğimiz günlerde ben ve bazı editörlerim arasında şu şekilde bir mailleşme yaşandı: Tarih Gastesi hazırlık süreci için dergide bulunmam gerektiği zamanlarda sitenin işlerini, dergiden; çoğunlukla mailler yoluyla idare etmeye çalışıyorum. Sitedeki manşetlerden biri için bir editör arkadaşım, bir diğer editör arkadaşımızın görsel seçimiyle ilgili nazikane bir uyarı metni attı mail grubuna. Makalede manşet görseli olarak secde etmiş gibi görünen bir ağaç resmi kullanılmıştı. Bu tip görsellerin itikadi yanılgı ve sıkıntılara yol açabileceği hususunda duyarlı bir uyarıydı. Ben de kısaca “Katılıyorum” şeklinde cevap yazdım. İlgili görseli, söz konusu makalede kullanmayı uygun gören editör arkadaşımızsa “Az sonra itikadımızı kurtaracağım” şeklinde, istenen değişikliği yapacağını bildiren ama aynı zamanda kinayeli, alaycı bir cevap gönderdi. İş bu raddeye gelince bense “Ya da olduğu gibi bırak; insanlar, içinde Allah yazan karpuzlarla imana gelsinler...” diye cevapladım.
Buradaki sorunsa ilk söz ettiğim yazıdakinden şeklen başka ama tamamen ilintili. Şöyle ki siteyle ilgili hadisede; içinde Arapça Allah yazan bal petekleri, ineklerin sırtında görülen, yine Arapça Allah lafzını andıran desenler, karpuzlar hatta Allah lafzı şekilli çilek (ki hepsini gördüm) gibi çoğu gerçek olmayan ama gerçek olsa bile hakikat açısından hikmetli bir delil, gerekçe teşkil etmeyen durumlar, tebliğ amacıyla kullanıldığında yarardan çok zarar getiriyor. Bu şekilde pamuk ipliğiyle dine bağladığınız insanların, yarın domatesi kestiklerinde içinde gördükleri “+” şeklini haça benzetip Hristiyanlığa geçmeyeceklerinin garantisi yoktur.
İki vakanın da kökenini teşkil eden temel hastalığımıza gelince: Bütüncül düşünemeyişimizdir o! Kimsenin farkında olmadığı ölümcül marazımız: Stratejiyi taktiğe kurban etme hastalığımız... Bir işe kalkıştığımızda, onun nihai gayesi hakkında ve o gayeye uygun düşen ve düşmeyen yöntemlerin hangileri olduğunu ayrıştırma hususunda malulüz. Öyle oluyor ki çoğunlukla; İslam’ı anlatalım/yayalım derken onun temel düsturlarını aşındırıyoruz. Binanın temelini tahrip edip, “üstüne bir tuğla da biz koyduk şükür” diye de seviniyoruz. Analitik düşünceden uzak tutuluşumuzdur bunun müsebbibi. Ama bunlar tehlikeli konular olduğu için detaya girmek istemiyorum şimdi.
“Cellat sadece görevini yaptı!”