
Hak ve hakikat üzere sebatkârlık, sağlam bir iman gerektirir. Allah’ın çizdiği hudutların dışına taşmamayı zaruri kılar. Bunu temin edecek en güzel rehber, Kitâbullah ve Resulullahtır. Sıhhatli öncülerin izini takip etmektir. Hak ve hakikate gönül vermiş muttaki önderlerin maiyetinde yol yürümektir.
Rabbimiz Kur’ân-ı Kerim’de insanın şu üç kayma noktasına dikkat çeker: Göz, gönül ve ayak. Hedefi şaşırmamamız, yolda belde kalmamamız, düşüp aşağılara yuvarlanmamamız, insaniyetten çıkmamamız için göz korunacak, gönül korunacak ve ayaklar Hak üzere sebatkâr olacaktır.
Bu kaymaların kendi içinde birbiriyle de yakın ilgileri vardır. Âdeta biri diğerini tetikler. Gözün kayması gönlü, gönlün kayması da ayağı kaydırır.
Rabbimiz, Habibullah Efendimizin Miraç gecesi hedefine doğru giderken gösterdiği dikkat ve titizliği şöyle metheder:
“Göz kayıp şaşmadı ve (sınırı da) aşmadı.” (Necm Sûresi, 17)
Belki o ulvî seyahatte nice eşsiz harikuladelikler gördü ve fakat gözü kaymadı. Seyahatin bir maksadı da Kur’an’ın ifadesine göre “nice âyetleri (harikulede mucize çapında manzaraları) seyrettirmekti.” Buna rağmen gözün kaymaması, Fahr-i âlem –sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimizin şahsında, hedefe kilitlenmenin en güzel numunesinin bütün insanlığa gösterilmesidir.
Tasavvufî terbiyede Nakşî geleneğinin en temel prensiplerinden birisi “göz ayakucuna bakacak” anlamında “nazar ber kadem”dir. Zira şu bir hakikattir ki gözün gördüğü ne varsa çoğu zaman kalbi meşgul eder ve belki de kaydırır. İşte bu sırra binâendir ki İslâm ahlâkında lüzumsuzu terk etmek, en önemli ahlâkî erdemlerden biri olarak görülmüştür. Lüzumsuz söz, iş ve bakış Müslüman şahsiyete yakıştırılamamıştır.
Âhiret kazancı ve rızay-ı ilâhî hedefli bir hayat anlayışında, gözün dünya ve içindekilere kayması istenmemiştir. Bu konuda Allah Resûlü –sallallâhu aleyhi ve sellem- Efendimizin şahsında bütün inananlara şöyle bir hatırlatmada bulunulmuştur:
“Sakın birtakım kimseleri faydalandırdığımız şeylere (servete, mala mülke vb. dünyevî ziynetlere) iki gözünü dikip uzatma.” (Hicr Sûresi, 88)
Şeytanın en önemli saptırma araçlarından birisi “tezyin”dir. Yani fani nimetleri göz alıcı bir şekilde süslemek suretiyle, insanı ebedî nimetlerden ve ulvî hedeflerden alıkoymaktır. Nitekim ilâhî huzurdan kovulurken bir taraftan da Rabbine şöyle diyordu:
“Beni yolun dışına attığın için, ben de, yeryüzünde (olan nice şeyleri) onlara süsleyip bezeyeceğim ve muhakkak ki onların hepsini ayartıp yoldan çıkaracağım” (Hicr Sûresi, 39)
İnsana nelerin süslü gösterildiği de Kur’an’da şöyle anlatılır:
“Kadınlar, oğullar, yük yük altın ve gümüş, salma atlar, davarlar ve ekinler gibi nefsin şiddetle arzuladığı şeyler insana süslü gösterildi. Bunlar dünya hayatının geçimliğidir. Oysa asıl varılacak güzel yer ancak Allah’ın katındadır.” (Âl-i İmrân Sûresi, 14)
Göz bu nevi tezyinata ve nimetlere saplanıp kalırsa, neticede yâri bırakıp ağyare aldanmış olur. Reşâhât adlı eserde bu manada şöyle bir şiir vardır:
Yolumuz yâr ile gül bahçesine uğradı
Ben gafletle güle nazar edince dedi ki yâr
Utan yaptığından
Ben varken güle bakmak nasıl elinden gelir?
Evet, ârifler nazarında şu âlemde Hakk’ın rızasına ve cemâline gözünü ve gönlünü çeviren kimsenin takılıp kalacağı bir başka güzellik söz konusu olmamalıdır.
Çeşitli tesirler neticesinde gönülde oluşan değer ölçüleri de zaman zaman gözü kaydırabilir. Hakk’ın değer ölçüleri değil de halkın bakış açısı öne çıkabilir. Meselâ Hakk’ın katında müttakiler daha şerefli iken, halkın nazarında çoğu zaman bunlar değersiz görülür, mal ve mülk sahipleri daha aziz tutulur. İşte şu âyet-i kerime, böylesi durumlarda gözün kayabileceğine dikkat çeker ve yine Allah Resûlünün şahsında tüm müminlere bir uyarıda bulunur:
“Sabah akşam, rızasını dileyerek Rablerine dua edenlerle birlikte olmaya devam et ve bu uğurda sabret. Dünya hayatının zînetini arzu edip de (sakın) gözlerini onlardan ayırma!” (Kehf Sûresi, 28)
Göz kaymasının en tehlikeli olanı ise haramlara doğru olan bakışlardır. Haince ve düşmanca atfedilen zehirli nazarlardır. Rabbimiz şöyle buyurur:
“Allah, gözlerin hain bakışını ve kalplerin gizlediğini bilir.” (Mü’minûn Sûresi, 19)
Mevlânâ da bu nevi tehlikeli bakışlarla ilgili şöyle bir benzetmede bulunur:
“Kuş taneye baktıkça bakar, hoşlanır; ama tane de uzaktan o kuşun yolunu vurur! Göz zinasından hoşlanırsın; ama nihayetinde kendi yanından kopardığın eti kebap edip yiyorsun da farkında değilsin. Bu bakış var ya işte o, yüreğine saplanan zehirli bir ok gibidir.” (Mesnevî, IV, b. 644-46)
Tasavvufî terbiyede Nakşî geleneğinin en temel prensiplerinden birisi “göz ayakucuna bakacak” anlamında “nazar ber kadem”dir. Zira şu bir hakikattir ki gözün gördüğü ne varsa çoğu zaman kalbi meşgul eder ve belki de kaydırır. İşte bu sırra binâendir ki İslâm ahlâkında lüzumsuzu terk etmek, en önemli ahlâkî erdemlerden biri olarak görülmüştür. Lüzumsuz söz, iş ve bakış Müslüman şahsiyete yakıştırılamamıştır.
Öyleyse temiz kalmak, yolu şaşırmamak, takılıp kalmamak, gecikmemek, hedeften sapmamak ve vuslata ermek için göze sahip olmak ve onu kaydırmamak gerekiyor.
Gönül de kaymamalıdır. Gönlü korumak, gözü korumaktan elbette çok daha zordur. Nefisten, şeytandan, beş duyudan ve görünen görünmeyen çevrelerden akıp gelen nice rüzgârlar ve tesirler vardır ki gönlü sürekli döndürür de döndürürler. Rabbimiz, ilimde derinleşmiş gerçek âlimlerin gönülleri hakkında endişe içinde olduklarını ve daima bu konuda Rablerinden şöyle niyazda bulunduklarını hatırlatır:
“Rabbimiz, bizi hidayete erdirdikten sonra kalplerimizi kaydırma ve katından bize bir rahmet bağışla. Şüphesiz, bağışı en çok olan Sensin Sen!” (Âl-i İmrân Sûresi, 8)
Gönlün kaymasında, dürüstlükten ve hakikatten sapma son derece etkilidir. Sözdeki yalan, ilişki ve muamelelerdeki sadakatsizlik ve samimiyetsizlik, ahitlere riayetsizlik, ikiyüzlülük, kabalık ve zulüm gibi hâl ve davranışlar kalbi kaydıran en tehlikeli hususlardır. Kur’ân-ı Kerim’de Mûsâ –aleyhisselam-ı’ın şahsında bu hakikate şöyle işaret edilir:
“Hani Musa, kavmine demişti ki: «Ey kavmim, gerçekten benim sizin için Allah’tan gönderilmiş bir elçi olduğumu bildiğiniz halde, niçin bana eziyet ediyorsunuz?» İşte onlar eğrilip sapınca Allah da onların kalplerini eğriltip saptırmış oldu. Allah, fâsık bir kavmi hidayete erdirmez.” (Saf Sûresi, 5)
Kalplerin kayması, şahsiyetin bozulması ve insaniyet melekelerinin kaybolması demektir. Zira özün bozulması, insanın çürümesi ve koflaşmasıdır.
Gönlün kaymaması için;
Şeytanın vesveselerinden Allah’a sığınmalı,
Sürekli kötülüğü emreden nefsi arıtmalı, saflaştırmalı ve terbiye ocaklarında olgunlaştırmalı,
Duyulardan (göz, kulak ve dilden) gönle sürekli akıp gelen uyarıcı, bilgi ve görüntülerin arı duru olmalarına dikkat etmelidir.
Gönlün Hak üzere sebatı için de şu iki hususa dikkat etmelidir:
Hakk’a ve O’ndan gelene (Kitaba ve Resûle) sımsıkı sarılmak. Rabbimiz şöyle buyurur:
“Kalpler ancak Allah’ın zikriyle itimi’nân bulur (huzur ve sebat kazanır).” (Râd Sûresi, 28)
“Kim Allah’a sımsıkı bağlanırsa, kesinlikle o, dosdoğru yola iletilmiştir.” (Âl-i İmrân Sûresi, 101)
Peygamberler başta olmak üzere sırat-ı müstakim öncüleri olan Rabbânî âlim, ârif ve öncülerin hayatlarını daima göz önünde bulundurmak ve hatırlamak. Şu âyet-i kerime gönlün sebatında bu hususun da önemine dikkat çeker:
“Peygamberlerin haberlerinden, senin kalbini sağlamlaştıracak her şeyi sana anlatıyoruz. Bunda da sana hak ve inananlar için bir öğüt ve ibret gelmiştir.” (Hûd Sûresi, 120)
Kur’ân-ı Kerim’de bir de ayakların kaymasından bahsedilir. Ayakların kayması demek, istikametten çıkmak demektir. Ayak kayması, çoğu zaman göz ve gönül kaymasının tabii bir sonucu gibidir.
Esasen Hak ve hakikat üzere sebatkârlık, sağlam bir iman gerektirir. Allah’ın çizdiği hudutların dışına taşmamayı zaruri kılar. Bunu temin edecek en güzel rehber, Kitâbullah ve Resulullahtır. Sıhhatli öncülerin izini takip etmektir. Hak ve hakikate gönül vermiş muttaki önderlerin maiyetinde yol yürümektir. Bu yolda dikkat edilecek en önemli husus, haddi aşmamak, ilâhî sınırları çiğnememektir. En büyük azık da sabırdır. Rabbimizin bize öğrettiği şu dualarda bu sırra işaret vardır:
“Ey Rabbimiz! Günahlarımızı, işlerimizdeki aşırılıklarımızı affedip bağışla; (hak yolunda) ayaklarımızı sabit kıl; kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et.” (Âl-i İmrân Sûresi, 147)
“Ey Rabbimiz! Üzerlerimize sabır dök ve ayaklarımıza sebat ver ve bize kâfirler topluluğuna karşı zafer nasip et.” (Bakara Sûresi, 250)
Ayakları hak üzere sabit kılacak en önemli vasıta da Allah’ın dinine yardım etmek suretiyle ilahi yardıma nailiyettir. Rabbimiz şöyle buyurur:
“Ey iman edenler! Eğer siz Allah’a yardım ederseniz (dinini yaşar ve yaşatırsanız), O da size yardım eder ve ayaklarınızı sabit kılar.” (Muhammed Sûresi, 47)
Netice olarak diyebiliriz ki, gözler, gönüller ve ayaklar kaymamalıdır. Zira göz kayarsa hedef, gönül kayarsa şahsiyet, ayak kayarsa istikamet kaybolur.