Kariyerden anladığımız cahiliye kariyeridir. Çağdaş sunaklarda putunu takdis eden erkekler ve kadınların yüzlerinden yansıyan kederin karanlığı ile kalplerimiz sıkışmakta, cahiliye kariyeri hepimizin ebedi hayatına işte bu karanlıktan başkasını vaat etmemektedir.
Bize hep kendini kurtarmaktan bahsettiler. Kendini kurtarmak güya maişet derdi çekmemekti. Okumak da, çalışmak da, makam ve mevki de bu dertten azade olmak içindi. Dert maişet olunca düşülecek yol da bunu en kısa ve çabuk sağlayan yol olmalıydı. O yüzden istihdam imkânı yüksek mesleklere yöneltildik. İnanmadığımız, künhüne vakıf olmadığımız, olmadığımız için kalbimize işleyemediğimiz eğitimler aldık. Gönlümüzün istediğine akamadık. Gönlümüzle; okuduğumuz, sonrasında da yaptığımız iş arasında uçurumlar açıldı, aldırmadık. Tesellimiz “herkes böyle yapıyor, elle gelen düğün bayramdır, ne yapalım” oldu. Şizofrenik hallerle kişiliğimiz zedelendi, farkına varamadık. Geçim derdi tek telaşımız olunca hakkımızdaki muradı ve bize biçilen esas görevi anlama derdine düşmedik, düşsek de bunun yapıp ettiklerimizle alakasını kuramadık. Hayatlarımız, her birisi ayrı tarz ve çevrelerden oluşan ikili, üçlü kompartımanlarda yaşadığımız bir bulamaca dönüştü.
Bizi kendimizi inkâr pahasına bu tuzağa düşürenlerin bir amacı vardı. Piyasa ya da işletmeler belli nitelik ve becerilere sahip çalışanlara ihtiyaç duyuyorlardı. Okulları da ona göre tasarlamışlardı, içerikleri de… Bütün hedefleri, torna tezgâhı mesabesindeki kurumlarında piyasanın işlerliğini devam ettirecek ölçek ve kıratta elemanlar yetiştirmekti. Ölçek ve kırat derken yanlış anlaşılmasın; daha hırslı, daha bencil ve daha cüretkâr olmaktan başka bir ölçü kalmamıştı. Ölçüsüz ve ölçeksiz yetişenler, sonrakileri de kendileri gibilerden seçtiler. Kapıları kendi gibilere açtılar, pozisyonları onlara göre belirlediler, işleri onlara göre tasarladılar. Aynı şeylerden hoşlanır, aynı şekilde konuşur, aynı kaynaklardan beslenir ve aynı seslere kulak verir tipler birbirlerinin bencilliğinde daha da eksildiler. Gözleri aynı karanlıktan ve aynı karanlığa doğru baktığı için yanlış(!) yapma ihtimalleri yoktu. Hepsi zaten çok kazanmak ve büyümekten başka bir amacı olmayan bir çarkın kurbanıydılar. Ezkaza birisi bu çarka tabi olmayı reddederse dışladılar; sıra dışı küçültmesiyle sözünün ve işinin ciddiye alınması engellediler. Her engele rağmen yükselmeye devam edebilenleri ise imalat hatası yaftasıyla damgaladılar, yükseldiğine yükseleceğine pişman ettirdiler.
İş ve meslek dünyasının bu işleyişi kariyer algısının güdük, kısır ve sığ bir içerikte ele alınması sonucunu doğurdu. Kariyer yolculuğu dünyayı kazanma derdi ve telaşı olarak takdim edildi. Kariyer aşamaları belli işler ve pozisyonlardan ibaretti ama hayat ondan daha fazla bir şeydi; bu görülmedi, gösterilmedi. İş ve meslek geldi, bütün kesafetiyle hayatın merkezine oturdu. Günlük ortalama 8 saatini ücret karşılığı satmak yetmez oldu. Vahşi kapitalistler her geçen gün daha fazlasını istediler. Önce saatleri ve günleri, sonra yılları, daha sonra ömürleri çaldılar. Yine de yetmedi; yatak odasına kadar uzandılar, rüyalara sarktılar, ailelerin geleceğini ve umudunu ipotek altına aldılar. Namus, onur, ar ve kişilik kariyer ile tanımlanır oldu. Kerim insan gitti yerine insan kaynağı geldi. Nefesleri sayılı ve esas işi hakkındaki muradı bulmak olan bir misafiri kaynağa dönüştürdüler. Bu kaynağı sonuna kadar sömürmek, sonuna kadar tüketmek için en karmaşık teknikleri, yöntemleri yardıma çağırdılar. Bize de ortaya çıkan bu vahim tablonun adını koymak kaldı. Bilgi yokluğu ile değil bilgi çokluğu ile tanıdığımız bu zaman dilimi çağdaş cahiliyedir ve bu dönemde kariyer put edinilmiştir. Biz, çoğu kariyer kurbanı “elemanlar” işte bu karanlık çağın insanlarıyız. Kariyerden anladığımız cahiliye kariyeridir. Çağdaş sunaklarda putunu takdis eden erkekler ve kadınların yüzlerinden yansıyan kederin karanlığı ile kalplerimiz sıkışmakta, cahiliye kariyeri hepimizin ebedi hayatına işte bu karanlıktan başkasını vaat etmemektedir.
Kimse putçuluğun öldüğünü söylemesin. Kariyer putu çağdaş cahiliyenin en itibarlı mevkiinde yükseliyor ve biz o putun önünde her şeylerini sunmaya hazır kalabalıklar olarak huşu ile kıyam ediyoruz. İsmimiz o, şu, bu değil artık; hepimiz “kariyerizm” adını verdiğimiz bir çağdaş zaman inancının iflah olmaz mensupları yani “kariyeristler”iz. Kariyer putu tüm zamanların en itibarlı ve en gösterişli yontusu olarak maddi bir kalıba dökülmeye ihtiyaç duymadan herkesin zihninde ve gönlünde arzı endam ederken sürekli yeni kurbanlar istiyor. Ne evlilikler, ne mutluluklar, ne gençlikler, ne ömürler onu doyurmaya yetmedi. Yetmeyecek de… Bu çağdaş ve sanal yontunun açlığının hiç gitmemesi, hep artması gece gündüz onu memnun etme derdinde olanları her geçen gün daha da endişelendiriyor. Ne yapacaklar da putlarının hiç tatmin olmayan bu açlığını giderecekler? Kendi açlıklarını fark edemeden putlarının hizmetinde yaşamaya daha ne kadar devam edecekler? Başlarını taşa vurup da olanı biteni anladıklarında çok geç olmayacak mı?
Esas derdimizi tanımayan kariyer anlayışlarını tanımıyoruz, diyebilmeliyiz. Potansiyelimizin hayata geçirilmesi, kendimizi gerçekleştirme gibi tam da yapmamız gereken bir işi kapitalistler daha çok kazansın diye ucuza harcayamayız.
Çok geç olacak. Kariyer putunun müntesipleri kariyer derdinin pençesinde kendilerine ait öz manayı anlama fırsatı bulamadan heba olacaklar. Haklarındaki muradı anlamayacak, buna vakit bile bulamayacaklar. Bütün enerji, heyecan ve azimlerini yoluna serdikleri şu üç günlük dünya ve o meşum yortu, daha fazlasını, daha çoğunu talep etmeye devam edecek ve onlar ebedi hayat, hakikat ve haklarındaki muradı anlamadan çekip gidecekler. Hâlbuki dünya üzerindeki maceramız cahiliye kariyeri ile anlaşılabilir bir şey değildir, bu ancak kariyerin ebedi yorumu ile yapılabilir. İnsanı piyasa daha iyi işlesin diye verilen kurbana dönüştürmek ona yapılacak en büyük ihanettir. Biz çok daha büyük bir maksada matuf geldik. Bizim hakkımızdaki muradı bulmak gibi bir derdimiz vardır. Bu kadar insan içerisinde neden +1 olarak yaratıldığımızı anlamak, bu çerçevede potansiyelimizi keşfetmek ve bu keşifle adımızın altına yazılmış vazifemizi yapmaya girişmek esas işimizdir. Bugünkü kariyer anlayışı bu büyük işin ancak bir cüzü olabilir. İnsanı, merkezinde sadece maişet derdinin olduğu bir yolculuk tatmin edemez, çünkü yolculuk sadece bu dünya ile sınırlı değildir. Ebedi kariyer yolculuğumuzun tam beş ayrı menzili vardır ve dünya bu menzillerden sadece bir tanesidir.
İlk menzil elest bezmidir. Rabbimiz bizi bilemediğimiz bir zaman, zemin ve mahiyette bir araya toplamış, orada hepimizi “Abdullah” olma şerefi ile yüceltmiştir. Yine orada hepimizi aldığı bir söz ile “ben” olma sırrına erdirmiştir. Hepimiz orada “Sen bizim Rabbimizsin, biz de senin kullarınız” demiş, bu sözle, bütün yolculuğumuz boyunca bizi bağlayacak bu mukavele ile ilk menzilimizi geçmişizdir.
İkinci menzil anne karnımızdır. Çok kısa bir süre kaldığımız bu menzil, dünyadan esas dünyaya geçişin bir tür minyatürüdür. Orası öyle bir temsildir ki dünyadan ölümle kendisine uyanacağımız ahiret hayatı onunla ayan beyan hale gelir. Ufacık bir mekândan nasıl bir dünyaya doğacağımızı bilmiyorduk. O ufacık mekânda yediğimiz içtiğimizin dışarıdaki nimetlere oranla ne anlama geldiğini de… Şimdi şu dünyadan nasıl bir dünyaya doğru yol aldığımızı anlamak istiyorsak ikinci menzilimiz hakkında düşünmemiz kâfidir.
Üçüncü menzil dünya hayatıdır. Dünya, Rabbimizin bizim için tezyin ettiği bir yerdir. Esas kavuşacağımız nimetlerin numuneleri ile donanmış bu geçici mekân işte o asıl nimetlere kavuşmak için takdim edilmiş bir imkândır. Bizi bu imkân ile imtihan eden Rabbimiz buradaki asgari yaşama şartlarını garanti etmiştir. Asgari yaşama şartları açlıktan ve korkudan eminliktir. Kureyş Suresi bize bunu söyler. Beytin Rabbi olan Allah, bizleri açlıktan doyurur, korkudan emin kılar. Ama insanların birbirine gadri, bu temel hakların temininde bile fesat doğurmuştur ki en büyük zulüm budur. Allah’ın özgür kıldığı ve asgari şartları herkes için sağladığı bir dünyada bu iki hakkı ihlal eden iflah olmaz; tutsaklığın ve açlığın olduğu yerde başlar ayak olmaya mahkûmdur.
Dördüncü menzil kabirdir. Kabir emeklilik diyarıdır. Dünya kariyerini, içlerindeki hazinenin açığa çıkması için son nefese kadar çalışarak geçirenler kabirde dinlenmeyi hak ederler. Diğer türlü kabir yorgunluğun, bezginliğin ve sefilliğin devam ettiği bir yer olarak bir başka hüsran diyarı olacaktır.
Beşinci menzil esas hayat olan ahiret hayatıdır. Orası nasılsa hepimizin gidip göreceği bir yerdir. Din gününde o hayat şimdi üçüncü menzilinde bulunduğumuz şu dünya hayatımızın sonucu olarak gözümüzün önüne serilecektir.
Ebedi kariyer yolculuğunda üçüncü menzil yani dünya esas hayatımızı kazanacağımız yegâne sermayemizdir. Burasının kıymeti, cahiliyenin kariyer algısına sığmayacak kadar büyüktür. İcabında bir dakikası ile ebedi hayatı kazanabileceğimiz bir potansiyelimiz var. O yüzden buraya titremeli, buradaki süremizi beş menzili de dikkate alan, dahası bu menzillerin hepsine nefesimizi yetirecek şekilde bize bir planlama sunan bir mahiyette ele almalıyız. Bu mahiyet kariyer yolculuğunu sadece iş ve mesleğin ötesinde, hayattan ve bizden muradın ne olduğuna dair o kadim soru ile tekrar değerlendirmeyi zorunlu kılıyor.
Esas derdimizi tanımayan kariyer anlayışlarını tanımıyoruz, diyebilmeliyiz. Potansiyelimizin hayata geçirilmesi, kendimizi gerçekleştirme gibi tam da yapmamız gereken bir işi kapitalistler daha çok kazansın diye ucuza harcayamayız. Bize verilen imkân, kabiliyet ve becerilerin kariyer putuna sunulan kurban olarak harcanmaması, ancak söz konusu nimetlerin sahibi ile irtibatının kurulması ve O’nun istediği yerde ve şekilde kullanımı ile mümkündür. Allah adı anılmadan kesilen kurban mundardır. Allah’a giden yolla buluşturulmayan bir kariyer yolculuğu da öyledir. Benim biricik bir insan olarak nereden gelip nereye gittiğimi dikkate almayan bir kariyer yolculuğu ne mutluluk getirir ne de tatmin… Bu cahiliye kariyeridir. Esas kariyer ebedi kariyerdir. Ebedi kariyer, hayatı parçalamadan bir bütün olarak gören, beni de parçalamadan bir bütün olarak geliştiren bir kariyer anlayışıdır. İş ve meslek, hayatla birlikte O’na doğru olması gereken esas yolculuğumuzda bir ara istasyondur. O istasyona geçilip gidilen, esas menzil-i maksuda doğru götüren bir vesile saymayıp kalıcı menzil muamelesi yapanlar en hafifinden yolda kalacak, niye gelip niye gittiğini bilemeden ebedi bir pişmanlığa duçar olacaklardır.