Bugün kitle iletişim araçları üzerinden geliştirilen küresel dil, daha doğrusu küresel mantık, olay ve olguları türdeş bir biçimde algılamamıza neden oluyor. Bunun en ilginç örneklerinden biri de ölümler.
Son zamanların afili kavramlarından biri de malum küreselleşme. Bu kavramla dünya üzerinde yaşayan her milletin sıkı bir biçimde birbirinden etkilendiği ve giderek yerel özelliklerini kaybedip aynileştiği anlatılmaya çalışılıyor. İnsanlar yerel hususiyetlerini hızla kaybediyor ve bu küresel evrimleşme süreci, neticede ortaya tipi batı tarafından belirlenmiş bir fabrikasyon insanı çıkaracakmış gibi görünüyor. (Homo globalus ya da yarı Latince yarı Türkçe homo küreselus.) Bu homo globalus insanının temel niteliği kendine has bir nitelik taşımaması olacak. Aynı çeşit yemekleri yediği gibi aynı biçim kıyafetleri giyecek, dünyada olup biteni, Çin’de de olsa Maçin’de de olsa aynı şekilde algılayacak, değerlendirecek.
Bugün kitle iletişim araçları üzerinden geliştirilen küresel dil, daha doğrusu küresel mantık, olay ve olguları türdeş bir biçimde algılamamıza neden oluyor. Bunun en ilginç örneklerinden biri de ölümler.
Küresel dil ölümleri başta ikiye ayırıyor; sivil ölüm, asker ölüm. Buna göre askerseniz ve herhangi bir biçimde öldürülmüşseniz bunu iraz da hak etmişsiniz demektir. Zira sivillerin başında taşıdığı masumiyet miğferine karşılık askerler metal miğferler taşıyor başlarında. Bundan dolayı hiçbir ülkede ‘masum askerler öldürüldü’ diyerek atılmış bir gazete manşeti göremezsiniz.
Sivil ölümleri de ikiye ayırıyor küresel dil; yetişkin ölüm, çocuk ölüm. Yetişkinseniz bir biçimde öldürülmüşseniz, ölümü biraz da hak etmişsiniz demektir. Zira siz yetişkinler bizzat büyüme suçunu işlediniz. Şimdi soralım, bir çocuğun öldürülmesi ile bir genç ya da yaşlının öldürülmesi arasındaki fark nedir? Neden aynı genç sivil olunca masum da asker olunca suçlu oluyor?
Küresel dilin ölüm sınıflamalarına yaptığı bir eki de zikredelim: Gazeteci ölüm. Bir savaş bölgesinde gazeteciyseniz ve hain bir kurşunla öldürülmüşseniz kesinlikle en hak edilmemiş ölüm sizindir. Hatta haberlerini yaptığınız sivil ölümlerden bile daha masumsunuzdur.
Ölüm için yapılan bu açık sınıflamalara karşılık bir de gizli sınıflamalar var. Küresel dil bu ayrımı üstü örtük bir biçimde söyler: Doğulu ölüm, batılı ölüm. Doğuluysanız bir şekilde ölmüş ya da öldürülmüşseniz bunu biraz hak etmişsiniz demektir. Bu son ölümü bir haberle örneklendirelim. Geçen yıllarda Hindistan’da bir Hindu mabedi çöktü. Yüzlerce Hintli enkaz altında kalarak öldü. Bu haber ülkemiz televizyon kanallarında sadece o gün kısacık değinilip geçilen bir hadise olarak yer buldu. Fakat aynı zaman diliminde batı ülkelerinden birinde düşen bir uçak haberi-ölenlerin sayısının birkaç kişi olmasına rağmengünlerce hem de uzun uzadıya işlendi.
Bütün bu anlatılanların en acı tarafı da bir medeniyete bağlılık hisseden kişilerin yönettiği kitle iletişim araçlarının da aynı küresel dilin egemenliğinden kendini kurtaramaması.
Küresel dilin karşısında yegane direniş kalesi olan İslam medeniyetinin yüce Peygamberinin (s.a.v.) ölüm karşısındaki tavrı şu yukarıda anlatılanlara müthiş bir meydan okuyuştur.
Mescidini süpüren bir zencinin ölümü Peygamberimize (s.a.v) haber verilmeyince, Peygamberimiz (s.a.v.) zencinin kabrine giderek onun için müstakil cenaze namazı kılar. (Müslim, Cenâiz, 70) Başka bir olayı da sahabeden Câbir b. Abdullah anlatıyor bize: “ Önümüzden bir cenaze geçti. Peygamber (s.a.v.) ayağa kalktı, biz de kalktık. Sonra biz dedik ki Yâ Rasullah o kendisi için ayağa kalktığınız cenaze bir Yahudi kadının cenazesidir. Peygamber (s.a.v.) de şöyle buyurdu: “Ölüm bir endişedir. Cenazeyi gördüğünüzde onun için ayağa kalkınız.” (Müslim, Cenâiz, 78)
Bu yüce meydan okuyuş korosuna katılanlar elbette ölmeden önce ölmenin sırrına ermiş olanlar olacaktır.