Celal Fedai ile Dergicilik ve Melâmet üzerine konuştuk.
Son zamanlarda kültür ve edebiyat alanında yaptığınız eleştirilerle dikkatleri çeken bir yazarsınız. Bu eleştirilerde sıradanlaşmak ve avamlaşmak üzerinden yürüyorsunuz. Buradan yola çıkarak ülkemizde çıkan dergiler için neler söylemek istersiniz?
Sadece Türkiye’de değil tüm dünyada adına “tüketim insanı” denen bir insan tipi var bugün. Kitle kültürünün yeni bir versiyonu olan bu insan tipi, adeta yeni sürüm bir cep telefonu gibi bizzat kültürün taşıyıcısı olan gazete ve dergiler eliyle yaratılıyor. Bu yeni insan tipine Batılılar itiraz etmeyebilir. Fakat biz Müslüman bir toplumuz ve dünya üzerinde adaletsizliklere uğrayanların bizden beklentileri var. Buna “tarihi kader” diyor Daryûş Şayegân. Dolayısıyla biz, tarihi kaderimizi taşıyacak insanlara ihtiyaç duyuyoruz. Oysa ne yazık ki Müslüman gençler, kendilerini tüketim insanı haline getirecek bir kültürel ortam içinde buluyorlar. Osmanlı’da güzide denen insanların üzerine titrenirdi. Bugünse popülist kültüre Müslümanlar hapsedilmek isteniyor. Meselelere ciddiyetle bakamadığı için yavan esprilerle konuşan, ilginç olmayı bir varoluş olarak seçmiş, zekâsını şaşırtıcılığa kullanan, görünme maniasına yakalanmış, “cool” bir nesille karşı karşıyayız. Bu şeytanî bir oluşumdur. Görülemiyor... İnsanlar tüm yeryüzünde niçin var olduklarının bilincinde olmayan cahiller olsun isteniyor. Alıklaştırılıyorlar, iğdiş ediliyorlar… Tabii buna yeni bir şey değil diyebilirsiniz. Doğrudur… Yeni olan, bu işleyişe artık Müslümanların da dâhil olmuş durumda olması.
Gazeteler, dergiler bu insan tipini gözetip yayın yapıyor. “Neden böyle yapıyorsunuz?” dediğinizde, “ne yapalım, gençliğin, insanların seviyesi bu” diyorlar. Gençlere, insanlara hakaret ediyorlar. Sanki o insanlara bu düzeysiz kültürü onlar aşılamamış gibi… Kimileri de şöyle diyor: “Piyasa bu… Gazetenin mantığında bu var zaten?” Batılı toplumlar için bu, böyle olabilir. Onlarda insanları sıradanlaştıranlar olduğu gibi seviye katanlar da çoktur. Bizdeyse popüler olanın baş tacı edilişi söz konusu. Soruyorum İstanbul’da, Üsküdar’da gençlere: “Mustafa Merter diye psikiyatri sahasının ayrık otlarını bir bir ayıklamış büyük bir hoca var, biliyor musunuz?” diye. Fatih M. Şeker’i soruyorum: “Okudunuz mu? Selçuklu ve Osmanlı dönemi İslam tasavvurumuz üzerine enfes kitapları var?” Yazık ki gençlere, bu has isimler değil de popülizm ideolojisinin işine yarayanlar sunuluyor. Üstelik Müslüman çevrelerin gazeteleri, dergileri yapıyor bunu.
Postmodern ürünlerin dergilerde daha çok yer aldığını görüyoruz. Popüler kültür dergileri de çok fazla. Gençler dergi seçerken nelere dikkat etmeli?
Geçenlerde Kosovalı bir kardeşimiz: “Müslümanların haklılığını dünyaya, güçlü donanımlarıyla ifade edebilecek entelektüeller yok.” dedi. Çok haklı… Gençler, bize kızacak belki, istisnaları elbette vardır ama çoğu gencimiz, kendilerine bir ideal sunmayan, günlük tüketebilecekleri şeylerin peşine takılıyor. Bakın, 1851 tarihli bir metin okuyayım size, gazetelerin, dergilerin insanları nasıl gördüğüne dair. Deniyor ki: “Bunlar okuma yazmayı devlet okullarında şöyle böyle öğrenmiş ama dikkatlerini bir yere toplamaktan aciz büyük bir genç kuşaktır. Bu çeşit insanlar trenlerde, otobüslerde, tramvaylarda meşgul olacak bir şeyler isterler. Pazar günleri çıkan dergilerden ve ilavelerden başka bir şeyle ilgilenmezler. Bütün istedikleri şey ucuz, kolay, hap gibi bilgiler, hikâyeler, kısa sözler, biraz skandal, biraz şaka, biraz istatistik, biraz hokkabazlıktır.” Değişen bir şey yoktur bugün de. Kendilerine bunları veren gazete ve dergilerden kaçsınlar.
Piyasadaki dergilerde gördüğünüz en büyük sıkıntı nedir?
“Sıkıntı”, mühim bir kelime… Bir varoluş darlığının ifadesi. Bu halde bir süre kalan hemen arayışa çıkar. Piyasadaki dergilerde “sıkıntı” bile yok. Biri bir dergi çıkarıyor ve kendine benzeyenlerden ya da onun yazar, şair seviyesini biat edercesine kabullenmişlerden oluşan bir kalabalıkla derginin yayın işini yürütüyor. Birçok derginin böyle bir yapısı var. O dergide aslında bir çeşit “one man show” sahne alıyor her sayı. Bir adam ve onun türevleri… Bir başka dergi tipinde bir düşünceye taassup derecesinde bir saplantılı bağlılık var. “Biz böyle düşünürüz” deyip kendilerini bir düşünceye hapsediyorlar. Dergilerini bir organizasyon, ilişkiler ağı olarak merkezileştirenler de var. Oysa bir dergi bunların hiçbiri değil. Evet, bir dergiyi biri çıkarır, belli bir düşünce etrafında yer alır onu çıkaranlar, bir organizasyon gerekir ama bunların bir neticesi vardır. Dergide bir yığının sesi değil birey olmak için uğraş verenlerin sesi çıkar.
Bugün Türkiye’de düşünce hayatı yüksek bir irtifadan seyretmiyor. Dergilerin böyle bir derdi olsa inanın kısa zamanda Türkiye’deki çok yüksek kapasitesi olduğunu bildiğimiz gençler, bizi “tarihi kader”imize taşırlar. Bir el var ve insanımızı bir irtifadan yukarıya çıkarmıyor. Çıksak, dedelerimizdeki, ninelerimizdeki irfana da yaklaşacağız, sözgelimi Cevdet Paşa’daki ilme de yaklaşacağız. Ama olacak bu…
Sizi “en güzelleri henüz gelmedi” mısranızla hatırlıyoruz. O mısrada hem umut hem müjde saklı. Gençlerin o “en güzellerden” olabilmeleri için neler tavsiye edersiniz?
O dizenin geçtiği şiir, Müslümanların son yıllarda siyasi alandaki yükselişine bakıp “bunlar haşerat uygarlığının yeniden gelişidir” diyen bir müteşaire ve onun temsil ettiği binlerce benzerine bir meydan okuma olarak yazıldı. O, “geldiler” diye şikayetlenirken bize de: “Geldiler, daha da gelecekler ama en güzelleri henüz gelmedi” demek nasip oldu. “En güzelleri” olmayı istemek ne güzel bir düştür… Olamasanız da öyle olmayı istemek sizi sevdiğinizle beraber kılar. Hazreti Yunus’un, Hazreti Mevlanâ’nın ve onlar gibi binlerce ulu kişiliğin öğrettiği bir güzelliktir bu. Tanpınar, hocası Yahya Kemal’e milletimizin geçmişteki büyük işleri nasıl başardığını sormuş. Cevabı her şeyi söyler: “Pilav yediler ve Mesnevî okudular.” Anneciğimin okuma yazması yoktur. Bana çocukken pek çok hikâye anlatmıştı. Mesnevî’yi okuyunca fark ettim ki onların hepsi oradan. Milletimiz, güzelliği irfan ve ilmi birlikte mayalayarak öğrenmiş. Anneciğim gibi okuyamayanlar irfanla yoğrulmuş. Güzellik arayışımızın sürmesi gereken yer, Kur’an-ı Kerim’den kendine yol bulan Mesnevî’dedir.
İki aylık sanat ve düşünce dergisi olan Melâmet’i çıkarıyorsunuz. Bize biraz dergiden bahseder misiniz?
Malum… Kişinin kendinden ve yaptığından bahsetmesi, bazı zorunluluklar dışında hoş değildir. Fakat mütevazı olmanın da mahzurları var… Sorduğunuz için söylememde mahzur yok. Melâmet, her biri birbirine eşit ama denk olmayan gayretkeşlerinin emeğiyle çıkıyor. Eşitiz, çünkü her birimizde Rabbimiz’in üflediği Ruh’u sahiplenmek isteyen benliklerimiz var. Kimse kimseden bu noktada üstün değil. Yarış halinde de değiliz. Görünmez kılınmak için meydandan uzaklaştırılmış çok önemli hususlar var. Onları “meydana getirmeye” çalışıyoruz. Denk olmayışımızsa kimimizin kimimize göre biraz daha önce dünyaya gelip daha fazla çalışmış olmamızdan.
Edebiyat ile düşüncenin bağı epeyce gevşemiş, sanatın diğer alanlarının edebiyat ve düşünceyle bağıysa neredeyse kopmak üzereydi… Biz bu nedenle bu bağları yeniden örmeyi deniyoruz. “İşin aslı”nın görünümlerini ortaya çıkarmak istiyoruz. Beş sayıya ulaştık. İnşaallah ömürlü olur. Ötesini anlatmayayım ki merak eden kardeşlerimiz kendi yorumlarını vermiş olsunlar…