1989’da henüz kimse bir şeyin farkında değilken, fakülte bahçesinde futbol konulu bir tartışma esnasında “Türkiye’de futbol kurgulanıyor!” diye feryat ettiğimde fanatik olmaktan tımarhanelik olmaya kadar bilumum itham ve teşhise (!) maruz kalmıştım.
Geçen ay kaleme aldığımız “Televizyon olsaydı” başlıklı yazımız, Eskişehirspor’un 1960’lı yılların sonlarıyla yetmişli yılların başlarında oynadığı harika futbol ve muhteşem çıkışı hakkında o dönemin futbolcularıyla yapılmış bir sohbette telaffuz ettikleri bir cümleden yola çıkarak, cümledeki önermenin ancak kısmen gerçekleşebileceğini daha sonraları zuhur eden Trabzonspor örneğinden hareketle açıklamaya çalışmıştı.
Yani “Televizyon olsaydı bütün Türkiye Eskişehirsporlu olurdu” yargısı ancak mübalağa sanatıyla açıklanabilirdi. “Türkiye’nin her tarafında Eskişehirspor taraftarı bulunurdu” söylemi daha gerçekçidir, nitekim televizyon etkisi olmamasına rağmen az da olsa ülkenin her yanında Eskişehirspor taraftarları vardı.
Bu insanları Eskişehirspor taraftarı yapan motivasyon etkeni neydi, kendi vilayetlerinin ve zamanın bütün medya organlarının üzerlerine boca ettikleri İstanbul’un takımlarını bırakarak?
Çünkü ülke nüfusunun büyük çoğunluğu İstanbul sultasına razı gelmiş, boyun eğmişti ama yine de bir Anadolu bilinci vardı ve bir kesim Eskişehirspor’u bu bilincin İstanbul’a karşı bir isyanı, bir başkaldırışı gibi algılamıştı.
Eskişehirspor’un bıraktığı yerden Trabzonspor bayrağı devraldı, yapamadığını fazlasıyla yaptı ve kurulu düzeni ziyadesiyle rahatsız etti. Bu rahatsızlık Trabzonspor’un önüne bazen görünür bazen görünmez engellerin çıkarılmasını da beraberinde getirdi.
1989’da henüz kimse bir şeyin farkında değilken, fakülte bahçesinde futbol konulu bir tartışma esnasında “Türkiye’de futbol kurgulanıyor!” diye feryat ettiğimde fanatik olmaktan tımarhanelik olmaya kadar bilumum itham ve teşhise (!) maruz kalmıştım. Ebediyete akıp giden seneler içinde zamanın beni haklı çıkardığını, o tartışmada bulunan arkadaşlar da dâhil herkesin bu gerçeği kabul ettiğini ama çoğunun işine gelmediği için ikrar eylemediğini sanmıştım. Fakat birkaç gün önce yine futbol konulu tartışmada benimle birçok konuda zıt görüşlere sahip ama aklı başında bir arkadaşın Türkiye’de futbolun kurgulanmasının mümkün olmadığını, eninde sonunda yine iyi oynayan ve hak edenin başarıya ulaştığını savunduğunu hayretle gördüm. Bir de bana “Trabzonspor’un 1984’ten sonra bir tek sezon güzel ve şampiyonluğu hak edecek bir futbol oynadığı sezon gösterebilir misin?” diye sormasın mı?
Aman Yarabbi… Şaşkınlıktan ağzım açık kaldı. Ne diyecektim ben şimdi bu adama? Halen Türkiye’nin en popüler ve muteber futbol yorumcularından biri olan eski futbolcunun “Futbol oynadığım dönemde biz Trabzon’da korner attığımız zaman kendimizi gol atmış sayardık” dediği yıllar işte bu soruyu soran arkadaşın sözünü ettiği yıllardı. Bir değil, iki değil, belki 10 sezon Trabzonspor maçlar devam ederken yorumcular tarafından yılın en iyi futbol oynayan takımı olarak gösterilmişti. Fakat yazılı olmayan yasalar yüzünden şampiyon olamamıştı işte. Bizimki ise meğer başka bir boyutta hayatına devam ediyormuş.
Bu arkadaş gibi başka bir boyutta yaşayanlar toplumun ne kadarına tekabül ediyor bilmiyorum. Fakat emin olduğum bir şey var, onu da geçen sayıdaki yazının son cümlelerinde yazdım:
“Bütün bunların düzelmesi için bir zihniyet devrimi gerekiyor. O da hem bu coğrafyanın karakterinde yok hem de toplum isterse gerçekleşir. Toplum geneli halinden memnunsa, yapacak bir şey de yok demektir.”
Ne zaman bu konuda umutlanabiliriz? Türkiye’de “yahu arkadaş, Türkiye Ligi Avrupa’nın en pahalı ligleri arasına girmeye aday da neden Türkiye Dünya Sıralaması’nda 48-50. sıralarda dolaşıyor?” diye soranların seslerini duymaya başladığımız zaman…