Nazar et ne olur diyoruz. Çünkü nazar etmemiz lazım, bakmamız lazım birbirimize. Her geçen gün daha az nazar ediyoruz yere göğe, tabiata, insana. Gökyüzünü daha az izliyor, toprağı daha az görüyor, ağaçları daha az seyrediyor, insanlara daha az bakıyoruz. Baktığımız zaman da gözümüzle bakıyoruz. Gönlümüz, aklımız hep başka yerlerde oluyor.
Nazar etmek esasında bakmak demektir. Kültür nazar etmenin mânâsını biraz değiştirmiş ve bugün duyduğumuzda aklımıza gelen hâliyle beğenilen ya da kıskanılan bir şeye yönelik zarara sebep olacak bakış olarak yeniden anlamlandırmıştır. Biz asıl mânâsını kullanalım bu yazıda.
Nazar et ne olur diyoruz. Çünkü nazar etmemiz lazım, bakmamız lazım birbirimize. Her geçen gün daha az nazar ediyoruz yere göğe, doğaya insana. Gökyüzünü daha az izliyor, toprağı daha az görüyor, ağaçları daha az seyrediyor, insanlara daha az bakıyoruz. Baktığımız zaman da gözümüzle bakıyoruz. Gönlümüz, aklımız hep başka yerlerde oluyor.
Daha çok baktığımız, daha çok gördüğümüz, daha çok seyrettiğimiz, daha çok izlediğimiz ise genelde ekranlar. Televizyon ekranı, bilgisayar ekranı, cep telefonu ekranı, tablet ekranı günlük bakışımızdan en büyük hisseyi alıyor. Halbuki ekran anlamaz bakıldığını, anlasa da anlamlandırmaz, bakışa ihtiyaç duymaz, bakılmak, görülmek, izlenmek, seyredilmek istemez. Ama insan ister. Bakıldığını bilir, bakışı anlamlandırır. Bakışa ihtiyaç duyar. Hele ki sevdiği insanın bakışına. Anne bakışına, baba bakışına, eş bakışına, evlat bakışına, dost bakışına muhtaçtır insan. Ancak bakış var, bakış var.
Bana anlatılan üç duyguyu paylaşacağım sizinle. Duyguyu ortaya çıkartan olaylar sizi şaşırtmayacak. Çünkü her geçen gün evimizde, işimizde, çevremizde gördüğümüz, yaşadığımız, bazen şahit olup bazen tecrübe ettiğimiz olaylar. Ama şaşırtmalı. Şaşırtmıyorsa yaygınlaşıyor, normalleşiyor demektir. Ne yaygınlaşmalı, ne normalleşmeli.
Bunlardan birincisini bir eş, diğerini bir evlat, sonuncusunu da bir anne anlatıyor.
Eşim Beni Telefonuyla Aldatıyor
Ne zamandır böyleyiz. Hafta sonu, hafta içi hiç değişmiyor. Eşimle evde olduğumuzda eşimin elinde hep cep telefonu var. Gözü hep telefonun ekranında. Şundan kesinlikle eminim ki başka bir insan yok, ahlaksızlık yok. Ancak yine de kötü hissediyorum. Ben eşime bakıyorum eşim telefonuna bakıyor. Ne kadar oldu bilmiyorum en son ne zaman severek, acelesiz, tatlı tatlı yüzyüze bakıp konuşmuştuk. Her geçen gün benden uzaklaşan, her geçen gün biraz daha yabancılaşan bir insanla beraberim aynı evde her gün. Ben de mi kendimi ekranlara kapatsam. Ama biliyorum doğru değil. Düzeltmeye çalışıyorum olmuyor. Konuşmaya çalışıyorum olmuyor. Anlamaya çalışıyorum o da olmuyor. Her seferinde eşimin ciddi tepkisiyle karşılaşıyorum. Artık onun için vazgeçilmez olmuş o ekran. Kendi bile dışarıdan nasıl göründüğünün, telefon konusunda tepkilerinin ne kadar ölçüsüz olduğunun farkında değil. Ne yapacağım bilmiyorum. Bildiğim tek şey eşim yüzüme bakmıyor ve ben kendimi çok değersiz hissediyorum.
Keşke Babamın Oğlu Değil Öğrencisi Olsaydım
Babam bir öğretmen. Mesleğini seven, işini sevgiyle, dikkatle yapan bir öğretmen. O öğrencilerini seviyor, öğrencileri babamı. Mezun olalı yıllar geçse bile babamı ziyarete geliyorlar. İşte o zaman anlıyorum bir sorun var ilişkimizde. Onlarla iletişimini görmesem, nasıl konuştuğunu, nasıl ilgilendiğini bilmesem belki normal olan budur diyeceğim ama normal olan bu değil. Öğrencileri eve geldiğinde babam televizyonu kapatır, öğrencilerine döner, konuşur, dinler, konuşurken de dinlerken de onların yüzlerine gözlerine bakar. Bakışları başka yerlere kaçmaz. Sıkıldığına dair bir işaret olmaz. Saatine ise hiç bakmaz. O zamanlar keşke ben de babamın oğlu değil öğrencisi olsaydım diye düşünürüm. Çünkü benimle ancak çok ciddi ve kızacağı bir şey varsa bu şekilde konuşur. Kızacağı zaman televizyonu kapatır, yüzüme hatta gözüme bakar, dinlemez ama konuşur, konuşur. Ben gözümü kaçırsam, başka bir yere baksam ya da saati kontrol etsem daha da kızar. Normal zamanda ise eve gelir gelmez televizyonun başına geçer, gözü televizyonda konuşur ya da dinler beni. Bedeni televizyona dönüktür. Arada bir yüzüme bakar ve hızla bakışlarını tekrar televizyona döndürür. Ben de artık çok konuşmuyorum. Konuşmak istesem de konuşmuyorum. Soracaklarım oluyor, anlatacaklarım oluyor ama ne soruyor ne anlatıyorum. Başkalarına soruyor, başkalarına anlatıyorum artık. Biliyorum sorduklarım da, anlattıklarım da babam kadar tecrübeli ve bilgili değil, biliyorum beni babam kadar doğru ve iyi niyetle yönlendirmezler ama ben babama ulaşamıyorum. Ne yapacağım bilmiyorum. Bildiğim tek şey babam yüzüme bakmıyor ve ben kendimi çok önemsiz hissediyorum.
Kızım Benim Kızım Değil
Bir kızım var. Bakmaya kıyamam, o kadar severim onu. Onun için yapmayacağım fedakarlık, vazgeçmeyeceğim hiç bir şey yoktur. Ayağına taş değmesin, saçının teline bir şey olmasın isterim. Yıllar yılı da onun iyiliği, geleceği için mücadele ettim, kendimden ve keyfimden hep fedakarlıklar yaptım. Küçük bir çocukken her şeyi konuşan, hep benimle oynamak isteyen, uyuturken bile susturamadığım o tatlı kızım yıllar içerisinde ben uzaklaştıkça uzaklaştı. Şimdi aynı evdeyiz ama aramızda yıllar, yollar var sanki. Fiziki bir mesafeyi varmış gibi hissedebiliyorsunuz. Kızım eve geliyor, bilgisayarın başına geçiyor, artık yatana kadar onun başında. Gerçi ne zaman yattığı da belli değil ya. Yemek için çağırdığımda ya gelmiyor ya da gelse bile hıphızlı yeyip doğru düzgün bir şey konuşmadan tekrar bilgisayarın başına geçiyor. Arada yaptığının bizi ne kadar üzdüğünü görüp beni öpüyor ya da yanımızda durmaya çalışıyor ama bedeni yanımızda olsa da aklı değil, gözlerinden görüyorum. Yüzümüze bakıyor ama kalbi başka yerde biliyorum. Nerede hata yaptık bu çocuğu büyütürken bilmiyorum. Kötü bir anne-baba mıydık onu da artık bilmiyorum. Bize göre her şeyini yapmaya, hiçbir şeyden çocuğumuzu mahrum etmemeye çalıştık. Neyse sonuçta şu an evimde canımdan çok sevdiğim kızım var ama bu kız artık benim kızım değil. Ulaşamıyorum ona. Ne yapacağımı bilmiyorum. Bildiğim tek şey kızım yüzüme bakmıyor ve ben kendimi çok yetersiz hissediyorum.
Anne, eş, çocuk… Hisler farklı şikayet aynı. Yüzüme bakmıyor ve ben değersiz, önemsiz, yetersiz hissediyorum. Sonuç herkesin kimliğine ve kişiliğine göre değişiyor ama sebep ortak. Yüzüme bakmıyor. İstemeyiz en yakınlarımız bize gönül koysunlar. Bizden uzaklaşsınlar. Bizi bir yabancı gibi hissetsinler. Bizimle bir şey konuşamasınlar, paylaşamasınlar. Bizim yüzümüzden kendilerini değersiz hissetsinler, önemsiz hissetsinler, yetersiz hissetsinler. O zaman yapacağımız şey çok basit aslında. Sevdiklerimizin yüzlerine bakalım. Hem de saatli, sınırlı değil, sabırsız, dikkatsiz değil, ilgisiz, sevgisiz değil. Bakalım yüzlerine, gözlerine. Bakalım da gözlerinden gönüllerine girelim. Bakarken bedenimiz de baksın, başka yerlere dönmeyelim. Bakarken zihnimiz de baksın başka şeyler düşünmeyelim. Kolay ya bunlar demeyin, kolay aslında ama zorun zoruymuş gibi her geçen gün daha az yapıyoruz. Daha az yaptıkça da daha mutsuz oluyoruz. Hem biz, hem bizimkiler. İlişkimiz bozuluyor, iletişimimiz azalıyor. Sebepsiz gerginlikler, tatsızlıklar, tartışmalar ortaya çıkıyor. Küçücük olaylara büyük tepkiler veriliyor. Halbuki bir bakış çözecek derdimizi, ısıtacak kalbimizi. Bir bakış, çok değil…
Tebessüm Odaklı Roller 
Muhammed Yasir Yaman / Öğrenci
Bir gün Fatih’in o çetin yokuşlarını tırmanırken, İlkokul 5. sınıf öğrencisi aile dostumuz Semih’i gördüm. Her gün bu saatlerde tebessüm eden yüzü, bugün asıktı. “Semih hayırdır? Bir şey mi oldu?” diyerek soru üstüne soru sordum. Ama bir türlü sıkıntısını öğrenemedim. Fakat işin garibi ben soru sordukça, cevap vermek yerine susuyor ve gözlerimin içine bakıyordu. Ben de onu tebessüm ettirecek sorulara yöneliyor ve Semih’i tebessüm içinde uğurluyordum. Evet, bazen sorun hiçbir şeydir. Bizler hiçbir şeyi kafaya takarak üzülürüz. Ve olayın bir çift ilacı vardır. Yanında da şöyle esaslı birkaç cümle... Gözlerim; belki benim somut cümlelerimin erişemediği bir boyuttan sonrasını tamamlıyor. Gözler konuşmayan, ama konuşmadan bile etkili bir boyut. Belki konuşuyor ama kulaklarımız bunu duymak üzere yaratılmadı. Bunu duysa duysa gönüllerimiz duyar...
Dinlemek o kadar zordur ki, sabır tarlasına ekilen tohumlar gibidir. Tohumu tarlaya atar atmaz hasat beklemek sonu hüsran bir vakadır. Hasat günü gelince hasata çıkmamakta ayrı bir vakadır. Beni dinleyenlere her zaman bir tarlada olduğumuzu ve elimdeki tohumları daha yeni toprakla kavuşturduğumuzu beyan ederim. Bu dinleyiciye bir sorumluluk yüklemek ve “Bu tarlanın sahibi sensin!” demekle eşdeğerdir. İnsanlar, onlara kendi varlıklarının önemli olduğunu hissettiren kişilerle yürekten bir gönül bağı kurar ve dinlemenin ötesinde, bir sonraki cümleyi dahi kafasında kurgulayabilir.
Üzerinde takım elbise ve kravat, birkaç süslü rozet ve sinekkaydı tıraşıyla karşımda hitap eden bir konuşmacı, eğer derya misali bir lügatte 10-15 cümle seçip bunlar üzerinden saatlerce tekerleme konferanslar veriyorsa, açıkçası kulaklarım için ıstırap olurdu. Ben en basit bir vakayı mânâ ve lügat deryasına dalıp, konuşmasıyla elimden tutup, beni vakaya götüren konuşmacıları gözümü kırpmadan dinlerim. Ne acı günümüzde bu kimselerden çokça bulamadığımız için, sahte rollere bürünüp, “hııı sonra nolmuş?” “peki, sen ne dedin?” diyaloglarına dönüşen tımarhanevari bir akışta buluyoruz kendimizi. Bazen öyle karışıyor ki her şey. İnsanları memnun edebilmek için büründüğümüz tebessüm odaklı rollerimiz, hakikatte aradığımız o mühim esaslara dayalı konuşmalarda da kendini gösteriyor. Ben çabuk hasat almak istemiyorum. Ama hasat vakti geçerken ürünü de tarlada bırakmak istemiyorum...
Velhasıl, çiftçi milletin en iyi dinleyeni ve dinletenidir. :)
Bakmak ve Görmek Ayrıdır
Gül Hanım Gürsoy / Öğrenci
Beni gözümün içine bakarak dinleyen insanlar çok diyemem ama yakın çevremle yani yurt arkadaşlarımla böyleyiz. Anlattığımda pürdikkat dinlediklerine çok defa şâhidim. Bir de sanırım 2 yaşındaki kardeşim Azra Nur böyle dinliyor beni. :)
Benim gözlerinin içine bakarak dinlediğim, ilminden istifade edebileceğim arkadaşlarım ve ablalarım. Bana bir şeyler katabileceğine inandığım herkese böyleyim; çünkü biliyorum ki muhatabımla/muhatabı olduklarımızla etkileşimimizi kuvvetlendiren şey bu bakış. Söylerken fark ettim de, mesele bu değil bence. Anlatılanlardan ne kadar istifade edebildiğimiz, yani görmek. Bakmak ve görmek. Birbirine benzer ama birbirinden çok farklı mefhumlar.
“Ancak dünyaya bakmayı aşıp dünyayı görme noktasına ulaştığımızda neye talip olmamız gerektiğini anlarız.” diyor İsmet Özel. Bakmak iletişimin kapısı ama neyi gördüğümüz/göreceğimiz muhatabımızdaki ve en önemlisi içimizdeki cevherde gizli.
Bakışlar Etkiler, Bilgi Değil 
Hasan Karaoğlu / Öğrenci
Göz göze temas benim için çok önemlidir. Bu, insana ne kadar değer verdiğinizi gösterir. İsterse bilgi deryası olsun insan ne yazar? Göz teması kurmuyorsanız, dikkatinizi karşınızdakine vermiyorsanız, değeriniz o kişinin bilinç üstünde yüksek olsa bile bilinçaltında sıfırdır. İnsanları bakışlarınızla etkilersiniz, bilginizle değil.
Sadece bakış da yetmez aslında. Bunun yanında jest ve mimiklerinizin de olması gerekir. Bunun olabilmesi için aklınızın da karşınızda konuşan insanda olması gerekir. Fark ettiğim ve yaşadığım -ki siz de yaşamışsınızdır- bir durum da şudur ki: Dinlediğiniz kişiyi sadece gözlerinizle dinliyorsanız bu onun için o anda bir farklılık arz etmiyor. Fakat kişinin kontrol noktası devreye girdiğinde yani size bir soru yönelttiğinde bu aşamayı geçemezseniz değer yargısı bilinç üstüne çıkıyor ve size karşı ya sitem ediyor ya da içinde bir üzüntü ya da sinir duymaya başlıyor. Ben genellikle insanları dikkatle dinlemeye çalışırım ve onlardan da karşılığını beklerim. Bazen karşılığını almam ama bazen de üstüne borcum bile olduğunu fark ederim...
Birbirimize Saygıdan Kıymetli Verecek Ne Var?
Aliye Topbaş / Öğrenci
Geçenlerde hastanede bir hastam hakkında asistanla görüşmek, birkaç şey öğrenmek istedim. Sağ olsun o malum şeker oyunundan başını kaldırıp bakmaya tenezzül etmeden beni dinledi. (!) Bir yandan da üst kattaki pembe şekeri alta indirip patlattı, bölümü geçti.
Kendimi hiç bu kadar değersiz hissetmemiştim. Gözleri gözlerime dokunmadan beni nasıl anlayabilmişti, bana nasıl doğru bilgiyi verebilmişti?
Bilgiyi aktarmada göz temasının, muhatabının yüzüne bakmanın çok önemli olduğunu düşünüyorum. Okulda ön sıraya oturuşum, sözlü sınavlarda yazılılara oranla daha başarılı oluşum bu yüzden. Hastalarla iletişim kurarken yüzlerine bakmaya özen gösteriyorum. Hastane ortamının verdiği korkuyu, endişeyi bu şekilde azaltabiliyorum. Çocuk bir hasta ile konuşurken onunla aynı hizaya gelmeye çalışıyorum. Bu şekilde ona “Senin varlığından, hislerinden haberim var.” diyorum.
“Saygı muhatabımızın varlığına dikkat kesilmek ve ona değerli olduğunu hissettirmektir.” diyor Kemal Sayar. Birbirimize bundan daha kıymetli ne verebiliriz?
Muhabbet İksiri Bakışlarda… 
Doğuhan Akın / Seslendirme Sanatçısı
Tanıdık tanımadık, bütün insanlar arasındaki samimiyetin, hassasiyetin ve değerin can çekiştiği noktalardan biri bence; mesleğimiz gereği beden dili derslerinde göz iletişimi konusunu anlatırken, bu konuyu sürekli dile getiriyoruz. Konuyu daha da açarsak, insanlar arasında göz iletişimine, toplumun ne aile kesiminde, ne genel kesim üzerinde durulup değer verilmemektedir. Aklıma örnek şahsiyet Efendimiz (s.a.v.) geliyor. Minik bir çocuk ile iletişim kurarken çömelir, çocuk ile aynı boya gelip konuşurdu. Efendimiz (s.a.v.) çocuklara bu denli hassas davranırken, bugün biz kocamıza, hanımımıza, annemize, babamıza, yakınlarımıza bu hassasiyette yaklaşabiliyor muyuz? Ben mesleğim gereği buna sürekli dikkat ederim. İnsanların zihni dolu; şaşkınlık tavan yapmış. Ölü muhabbetler var her yerde. İnsanlar arasında muhabbetimiz artsın ve samimi olsun istiyorsak, biri ile konuşurken, onun gözlerine hitap edelim. Birisi bize bir şey söylerken de onunla göz bağı kuralım. Göreceksiniz sizi dinleyen de, size derdini anlatan da, tekrar sizinle sohbet etmek isteyecek. Muhabbet iksiri bakışlarda...
Dinlemek, Bakmak ve Sevmekle Olur… 
Mehmet Engin Şahin / Öğrenci
Ben konuşurken, anlattığım mesele ile ilgilenen kişiler kim olursa olsun bu şekilde dinliyor; ilgi azaldıkça göz temasında azalmalar, başka yönlere bakmalar başlıyor. Ancak, insani ilişkilere gerek işi/konumu gereği veya dini/ideolojik sebeplerle ayrıca bir ehemmiyet atfeden kişilerle hususi muhabbetimiz olan kişiler, konuya ilgisi az olsa dahi göz temasını pek bozmuyorlar. Bu da samimiyet ve muhabbet olduğunda, konuşmaların daha içten olduğunu gösteriyor. “Dinlemesini bilen, dinletir” sözüne atfen, insan önce dinlemeyi bilmelidir. Dinlemek bakmak ve sevmekle olur… Ayrıca büyüklerimiz, “Dinlemek, konuşmaktan daha zor ve daha ehemmiyetlidir” demişler. İyi bir dinleyici olursak iyi de bir “dinletici” oluruz.
Göze Bakan Önemsiyordur 
Nazlı Yıldırım / Öğrenci
Dinleme sadece ses dalgalarını kulağın algılaması değil, konuşmaya etkin bir katılıştır. Söylenenler üzerine tüm dikkatimizi toplamaktır. Dinleme şekillerinin insan ilişkileri üzerinde önemli bir yeri var. Etkili bir dinleme için karşımızdakilerle göz teması kurarız. Böylece kişiye gözlerimizle eminlik, doğruluk temin ederiz. Zaman zaman kim beni gözlerime bakarak dinliyor diye düşününce ilk aklıma annem geliyor ve bu bana verdiği önemin bir nişanesi gibi. Kim gözlerinizin içine bakıyorsa ya anlattıklarınızı merak ediyordur, ya da sizi çok önemsiyordur. Ben de kime önem veriyorsam onu öyle dinlerim, zaman zaman dikkatim dağılıp gözlerine bakamasam da…
Güzel Konuşmanın En İyi Yolu Dinlemektir 
Tuğçe Uysal / Öğrenci
Her zaman çok konuşan biri olmadığım için, konuştuğumda herkes tarafından dinlenirim ama en çok annem dinler beni. Ayrıca dinlemenin karşılıklı olduğuna inanırım; siz insanları ne kadar dinliyorsanız, insanlar da sizi o ölçüde dinliyor. Arkadaş çevremde, özel hayatımda enerjik bir insan olarak bilinirim ve kendimden bir şeyler görebildiğim insanlarla daha iyi anlaşırım. Gereksiz ciddiyet hem itici hem de karşı taraf için antipatik bulunabilir. Tabii dinleme ve konuşma konusunda yerine göre, gerektiği üslupla konuşmak da çok önemli… Bu yüzden Müslümanlar olarak, Efendimizin (s.a.v.) “ya hayır konuş ya da sus” sözünü hayatımızda düstur hâline getirmeli, konuşma ve dinleme konusunda hassasiyetimize dikkat etmeliyiz. Unutmamak lazım ki güzel konuşmanın en iyi yolu dinlemektir.