
Nisan 2015 Yazı Atölyesine Gelen En İyi Yazı
Yazı Hakkında Metin Karabaşoğlu`nun Yorumu: Düşünce örgüsü sağlam ve dengeli, anlatımı da rahat bir yazı göndermişsin. Her açıdan başarılı buldum yazını ve tereddütsüz “Ayın Yazısı” olarak seçtim. Sabırla, gayretle devam...
Metin Karakuzu
İki kelime var ki, dar-ı dünya ve dar-ı beka için hayati önem arz eder. Sebat ve mukavemet. Sebat; yerinden oynamamak, emin olmak, kararlı ve sözünün arkasında durmak, ahde vefa göstermek, Allah yolunda hizmette sabit ve berkarar olmak gibi anlamlar taşır.
Mukavemet ise; haksızlığa karşı durmak ve adaleti tesis için mücadele etmek gibi anlamlar barındırır. Ahir zamanın karmaşasına, modern hayatın keşmekeşine, şeytanın ve şeytanlaşmış insanların hile ve kötülüklerine karşı en güçlü duran mefhumlar bunlar. Zira idame ettirmeye çalıştığımız hayat, başlangıç ve son arasına sıkıştırılmış bir cendere. Öyle ki çoğu zaman sıkışıp kalır, ne tarafa döneceğimizi, kime güveneceğimizi, neyin mücadelesini vereceğimizi ve neyin bizi mutlu edeceğini bilemez oluruz. Bazen rüzgârı arkamıza alıp bir yaprak timsali savrulup dururuz. Böyle zamanlarda savrulan bir yaprak, en çok sebat ve mukavemet taşıyan bir ruha ihtiyaç duyar. Çünkü hiçbir şeyi yetiştiremeyen ya da hiçbir şeye yetişemeyen insan sadece durmayı bilirse kendine gelir, kendini bulur ve kendisine bir istikamet tayin edebilir.
Durduğumuz yer, aslında toprağın tam üstüdür. Ait olduğumuz, geldiğimiz ve döneceğimiz yer... Müslümanın duracağı yer de şüphesiz Cenab-ı Hakk’ın belirlediği sınırların içerisidir. Nefis sahibi insanoğlunun maddi olarak doyurulamayacağı açıktır. Ancak mânen doyurulmaya en müsait yer de huzuru bulduğumuz yer olacaktır. Durduğumuz yer neresi değildir? Sürüklendiğimiz yer değildir. İtildiğimiz yer değildir. Bu yer çoğu zaman nefsin istediği, hoşnut olduğu yer de değildir. Sadece kendimizi düşündüğümüz yer hiç değildir. Zira ahir zamanda en çok birbirimizi düşünmeye ihtiyacımız var. Nasıl ki nefessiz kaldığımız yerde duramıyorsak, durduğumuz yer de nefes aldığımız ve başkalarına da nefes olduğumuz yer olmalıdır. Durduğumuz yer insanlığı ve insan olmayı hatırlatmalı, mümkünse hiç unutturmamalıdır. Çünkü insan halkası giderek genişlerken insanlık halkası tam aksine daralıyor.
Durduğumuz yer dertli olabilmeyi dert edindiğimiz, duyarlı olabildiğimiz yerdir aynı zamanda. Mumdan ve odundan ibret alınacak olursak, biri kendini yakarak etrafını aydınlatırken diğeriyse yanıp kavrularak çevresini ısıtıyor. Bu yüzden durduğumuz yer gerektiğinde mum kadar cesur ve odun kadar da fedakâr olabilmeyi icap edebilir.
Durduğumuz yerde bizi kimse duymayabilir, görmeyebilir, belki saklanmış da olabiliriz kendimizden. Varlığımızla yokluğumuz müsavi hâle gelmiş de olabilir ancak görenlerin, duyanların ve bilenlerin en yücesi olan Allah durduğumuz yerin farkındadır. Nefsin doyumsuz birtakım temayülleri olsa da Allah korkusuyla atılan adımlar durduğumuz yeri belirginleştirecektir. Hakk’a sebat edip haksızlığa mukavemet göstermekse durduğumuz yeri sağlamlaştıracaktır.
Durduğumuz yer hem bizim için hem de insanlık için kurtuluş vesilesidir. Dolayısıyla gaye yalnızca kendimizi kurtarmak değildir. Çakılı kalmayacağımız bu yer bize emanettir. Emanet de bir gün teslim edilecektir.
Ancak o gün gelmeden başkalarının da açıkta kalmaması, o yeri mesken edebilmesi için gayret göstermek gerekir. Zira önce kendimiz tutunmayı başarabilirsek göstereceğimiz iradeyle başka elleri de tutabiliriz.
Durmak için yer arıyorsak eğer, samimi olduğumuz yerde durmalıyız. Durduğumuz yerde de samimi olmalıyız. Zira durduğumuz yerin sağlamlığı ihlasımız nispetincedir.
Ezcümle durduğumuz yer bizim safımızdır, duruşumuzdur, varoluş gayemizdir. Rıza-ı İlahi’yi gözettiğimiz yerdir. Zira başka hiçbir yer bizi sırat-ı müstakime bu kadar kolay ulaştıramaz.