
Sanal aleme fazlaca girmek, kendimizi ona kaptırmak, gerçek hayatın dışında bir hayat oluşturmak için çabalamak bizi mutsuz etmektedir. Öyleyse sınırlar dahilinde sanal alemi hayatına sokan, onu kendi menfaatine kullanan insanlar bir sıkıntı yaşamayacaktır. Ancak giderek daha da sanallaşan yaşantılarda bir patlama noktası olacaktır ve gerçek hayata dönüşün gerçekleşmesi muhtemeldir.
osyal ağlar, ağını bir şekilde hepimiz üzerinde örüyor. Neden bu kadar çekici geldi bize?
Sosyal ağların bizlere bu kadar çekici gelmesinin en önemli nedeni, iletişimi kolaylaştırmasıdır. Artık sosyal ağlara üye olarak, bilgisayar başından arkadaşlarımızı arayıp, bulup onlarla iletişime geçebiliyoruz. Daha az çaba sarf ederek ilişkilerimizi yürütebiliyoruz. Ciddi anlamda zaman ve enerji tasarrufu sağlıyor bu bize. Daha az zahmete girerek sosyal çevremizle irtibata geçebiliyoruz. Yine sosyal paylaşım ağlarının bu denli sık kullanılmasının bir diğer nedeni de yüz yüze konuşma gereksinimimizi azaltması.
Yüz yüze konuşmak, konuşurken karşındakinin gözlerine bakmak, kendi duygu durumumuzu ve düşünce sistemimizi düzenlemek, özellikle sosyal endişelerle yaşayan insanlar için çok da tercih edilen bir durum değil. Elbette bir diğer neden de sosyal paylaşım sitelerine üye olmanın gerekli olduğu yönündeki düşünceler olabilir. Artık herkesin sosyal paylaşım sitelerine üye olduğunu düşünmek, bizim geri planda kaldığımız hissini doğurabilir. Bu çağa ait olmak ihtiyacı ile sosyal paylaşım sitelerinde hemen yerimizi almamız gerektiğini de hissediyoruz muhtemelen. İşte tüm bu etkenler ve belki de bunlar gibi daha birkaçı birleşerek bizi sosyal paylaşım sitelerine sürüklüyor. Ancak hemen söylemeliyim ki, çağa ayak uydurmak ve teknolojinin nimetlerinden yararlanmak yerine, bazen kendimizi teknolojiye kurban da edebiliyoruz. Sosyal ağların bize sağladığı kolaylıkları kararınca kullanmak yerine, kendimizi bu kolaylıkların esiri hâline getirebiliyoruz.
KENDİ AVATARLARINI OLUŞTURANLAR
Önceden ebeveynlerimiz nasıl oturup nasıl kalkacağımızı öğretirken şimdi internete nasıl gireceğimizi öğretiyorlar. Sanal hayata bu kadar gömülmeyi büyük bir tehlike olarak görüyor musunuz? Neden?
Herhangi bir şeye fazlasıyla gömülmek her zaman tehlikeli olmuştur. Aşırıya kaçmak, bazı aktiviteleri yaşam tarzımız hâline getirmek, muhakkak ki ciddi sonuçlar doğuracaktır. Sanal hayatlarını gerçek hayatlarının önüne alan insanlarla sık sık karşılaşmaya başladık artık. Yaşamlarını internet üzerinden sürdürmeye çalışan, sosyal paylaşım sitelerini öteki ile iletişimin kalbi hâline getiren ve hatta kendi avatarlarını oluşturup, varoluşlarını onların üzerinden tescil ettirmeye çalışan insanların sayısı artmaya başladı. Bu elbette ki anormal bir durum ve tehlikeli. Hangi açıdan bakarsanız bakın bu durumda zarardasınızdır. Gerçek hayattan, en önemlisi fiziksel varlığınızdan ve fiziksel dünyayla olan iletişiminizden kendinizi mahrum etmektesinizdir.
Hayatı internet üzerinden yaşamaya başladığınızda her şekilde kendinizi tahrip edersiniz. Duyu organlarınız gerçek, doğal uyarıcılarla daha az uyarılmaya başlar. Beyniniz, onu mecbur ettiğiniz sanal uyarıcıların varlığıyla uyuşur. Sadece bilişsel fonksiyonlarınız yavaşlamaz, aynı zamanda depresyon, anksiyete gibi ruhsal sorunlar da yaşamaya başlarsınız. Aşırıya kaçan her deneyimde olduğu gibi, sanal hayata bu kadar gömülmek varlığımız için tehlikelidir.
GERÇEK İLE İDEAL ARASINDA OLUŞAN UÇURUM
Özellikle gençler üzerinde nasıl bir etkiye sahip, facebook, twitter ve diğerleri?
Gençler sosyal paylaşım sitelerine daha çok talep gösteriyorlar. Bu durumun olumlu ve olumsuz etkileri muhakkak ki oluyor. Yapılan araştırmalar bu sosyal paylaşım sitelerinin çok yakın, hayati ilişkile rimiz üzerinde sanıldığı kadar büyük etkileri olmadığını, ancak zayıf sosyal bağlarımızı desteklediğini gösteriyor. Örneğin görüşmek için çok az fırsat bulduğumuz ve öncelikli olarak görüşmeyi talep etmediğimiz tanıdıklarımızla dahi iletişimimizi koparmamış oluyoruz.
Zayıf ilişkilerimizin sürdürülebilirliği sağlanıyor böylece. Bunun elbette bir avantajı var; sosyal çevremiz daralmıyor. Bununla birlikte bu sosyal paylaşım ağları belirli duyuruların daha rahat yapıldığı alanlar oluyor. Böylece herhangi bir etkinlikten kolaylıkla haberdar oluyoruz. İletişimimiz her iki açıdan da güçleniyor. Ancak ne yazık ki, bu olumlu yanların yanı sıra sosyal paylaşım sitelerini kendimiz için dezavantajlı bir hâle de getirebiliyoruz. Yapılan araştırmalar özellikle gençlerin sosyal paylaşım sitelerini hayatla iletişimlerini güçlendirmekten öte sebeplerle kullandığını gösteriyor.
Özellikle poz verilmiş, çok beğeni toplayacak fotoğraflarımızla, kendi düşüncelerimizi açıkladığımız, zaman zaman hayata meydan okurcasına yazdığımız yazılarla kendimizi bu sosyal paylaşım ağlarında sunuyoruz. Burada zaman zaman gerçekte olduğumuzdan daha farklı bir benlik sunuyoruz. Özellikle gençler arasında görülebilen bu tutum, sonuçta gerçek benliğimiz ve ideal benliğimiz arasında bir uçurum oluşturmamıza da neden oluyor. Bu uçurum büyüdükçe mutsuzlaşıyoruz. Demek ki asıl mesele, sosyal paylaşım ağlarının varlığında değil; onu hangi amaçla ve nasıl kullandığımız önemli. Sonuç bizleri memnun etmekten öte hüsrana uğratıyorsa durup düşünmekte yarar var.
Özellikle Twitter ile birlikte «günlük hayatın ifşası» diye bir şey çıktı ortaya. «Şu an ne yaptığımızı» yüzlerce insana niçin duyurmak istiyoruz?
Önemsenmek ihtiyacı hissettiğimizden olması muhtemeldir. Önemsenmeyi istemek anormal bir durum değildir. Her sağlıklı insan karşısındaki tarafından sevilmek ve değer görmek ister. Bu narsisizmin sağlıklı varoluşudur. Ancak kendimizi sürekli ifşa ederek, kendimizi hayatın merkezine koymaya çalışarak ve sürekli varlığımızı ötekinin gözlemine sunarak yaşamak normal, sağlıklı bir tutum değildir. Hayatın genel olduğu kadar özel anları da vardır. Her dakikamızı bir başkasının beğenisine sunmak, dünyayı kendimizden haberdar etmek için çabalamak ciddi anlamda bir sorunun işaretidir.
PROFİLİMİZ BİR BAŞKASINI İNCİTMESİN
Sanal alemde bir manada da yalnızız. Bize dokunabilecek, gözlerimizin içine bakabilecek biri yok. İstediğimiz zaman başka bir siteye girebilir, istediğimiz zaman fişi çekebiliriz. Bu durumu “edep” merkezli düşünecek olursak ne dersiniz?
Sanal alemde varlığımız anonim haliyle yaşamını sürdürüyor. Gerçekte ekranın öte tarafında kim olduğunu, yaşını, cinsiyetini, herhangi bir sitede bulunma amacını ekranın öteki tarafında olan kişi göremiyor. Edep, işte bu noktada gerekiyor. Kimsenin bizi görmediğini, herhangi bir sosyal paylaşım formunda yazdıklarımızı denetlemediğini düşünerek insanları kandırmamak, kendimizi yanlış tanıtmamak gerekiyor. Sosyal paylaşım sitelerinde yaşlarını, medeni hâllerini hatta cinsiyetlerini bile farklı gösteren insanlar oluyor. Bu durum sonuçta bir tarafın kandırılması ve incinmesi ile son buluyor. Orada hiç var olmamış birine inanmak, onunla iletişime girmek demek aslında onu “sanal” anlamda da olsa hayatınıza kabul etmek demek oluyor neticede.
Sosyal medya, karar alırken ne kadar etkiliyor bizi?
Belki de sanıldığından daha fazla etkiliyor olabilir. Sosyal medyada öteki ile iletişimimiz, kararlarımızın nasıl etkilendiğini belirleyen en önemli unsurlardan biridir. Eğer tıpkı gerçek hayatta olduğu gibi sanal alemde de amacımız sürekli onay almak, kabul görmek ve beğenilmek ise o sosyal ortamı oluşturan zihinlerin bizi sürüklediği kararlara doğru gideriz. Bunun dışında amacımız sadece iletişimi sürdürmek ve farklı fikirlerden beslenmek, ancak sonunda kararı yine akl-ı selime göre almak ise çok da fazla etkilendiğimiz söylenemez.
GERÇEK HAYATA DÖNÜŞ
Bu gidişatın sonunu nasıl görüyorsunuz, daha fazla mı sanallaşacağız (yansıması ne olacak?), yoksa bir raddeye gelip bıkacak mıyız?
Bunu zaman gösterecek. Ancak sanal aleme fazlasıyla dalan, hayatını bu sanal alem içinde yaşamaya belirli bir müddet çalışmış insanlarla karşılaştığımda şunu görüyorum; bu yoğun, aşırı, anormal yaşantı sonucunda yoğun bir tiksinti hissi duyuyorlar. Sanal alemde yaşadıklarından fazlasıyla etkilenen insanlar, bilgisayarı açıp interneti kullanmakta dahi isteksizlik duyabiliyorlar. Elbette ki şunu belirtmem gerekir, sanal alem canlı bir figür değildir; mutluluklarımızı, mutsuzluklarımızı, hazlarımızı ya da tatminsizliklerimizi sanki o canlıymış, hayatımızda kendi iradesiyle var olmuş gibi ona atfedemeyiz. Bunu yaparsak ancak suçlayacak bir etken bulmak amacında oluruz. Sorumluluk duygusundan kurtulmak için sanal elemi karalamış oluruz. Ancak hakikat şu ki, bu sanal aleme fazlaca girmek, kendimizi ona kaptırmak, gerçek hayatın dışında bir hayat oluşturmak için çabalamak bizi mutsuz etmektedir. Öyleyse sınırlar dahilinde sanal alemi hayatına sokan, onu kendi menfaatine kullanan insanlar bir sıkıntı yaşamayacaktır. Ancak giderek daha da sanallaşan yaşantılarda bir patlama noktası olacaktır ve gerçek hayata dönüşün gerçekleşmesi muhtemeldir.
Çok teşekkür ederiz… Son olarak Genç okurlarına bir kaç tavsiyeniz var mı?
Teknolojiye küsmek, ona sırtımızı dönmek mümkün değil. Bundan en çok etkilenen yine bizler oluruz. Teknolojinin bizim hayatımızı daha mutlu ve daha güzel kılması gerekli. Eğer onu daha mutlu bir hayat için kullanmak yerine, ona kendimizi kullandırırsak yanlış yoldayız demektir. Tavsiyem, sınırları iyi çizmemiz yönündedir.