
Darbeler ve hak ihlalleri ile geçmiş ömürlerimiz özellikle adalet ve merhamet iddiasında olanlar için yenilgiler ile geçti. Bu “fiziksel” bir yenilme elbette. Düşüncelerinden dolayı hapse atılanlar, sürgüne gönderilenler, boykot edilenler, görevden uzaklaştırılanlar; yenilgiden yenilgi beğendi diyebiliriz…
İnsan doğası kazanmaya mı yenilmeye mi kurulu emin değilim. Ruh kazanmaya, fıtrat yenilmeye kurulu belki de. Yani Hz. Âdem’in şeytana yenilgisini düşünürsek insanoğlu daha en başından yenilgiyle birlikte adım atıyor dünyaya. O zamandan bu zamana yenilgi bir süreklilik arz ediyor.
İyiliğe on sevap, kötülüğe bir günah yazılması iyiliğin zor, kötülüğün kolay olduğunun da bir göstergesidir. Bir sarayı yapmak zor, yıkmak kolaydır diye açıklar arifler. ‘İyilik’, tuğlaları ölçüp biçmeyi, malzemeleri yerli yerine oturtmayı, iç ve dış faktörler üzerinde kafa yormayı gerektirir, ‘kötülük’ içinse kafa yormaya gerek yoktur. Bir darbedir kötülük. Şiddetini ölçüp biçmeye, estetik bir şekilde vurmaya, yıkarken sanatlı bir anlatım geliştirmeye gerek yoktur. Hoyratça, plansız ve anlıktır.
Öyleyse iyilik, düşünülerek ölçüp biçilerek gerçekleşir; kötülük ise bir iç gerilimle anlık ortaya çıkabilir. Bu yüzden Rabbimiz bunu dengelesin diye merhamet ve adalet duygusunu saklamış kodlarımıza. Merhamet; iyiliğin gecikmemesi, vakit kaybedilmemesi için kalplere yerleştirilmiş bir hızlandırıcı güçtür. Adalet ise kötülük bir anda çıkmasın, insanları caydırsın, yaptığı işlemin bir yaptırımı olduğunu bilsin diye insanı düşünmeye iterek yavaşlatan bir işleyiştir.
İyilik merhametle hızlanır, kötülük ise adaletin varlığı/korkusu ile yavaşlar. Merhamet duyguya, adalet ise akla eklemlidir. “Merhametin eli, aklın aritmetiğinden öndedir” diye bir söz vardır. Yani yapması zor olan ‘iyilik’, merhamet eğitimi almış, kalbi bu eğitimle yumuşamış kişilerde bırakın yavaşlamayı aklın önüne bile geçebilir. Bazı insanlar bu eğitimle, kalplerini tasfiye ederek merhamet kütlesi haline gelebilirler. Yani başkalarının düşündüğü, üzerinde analizler yaptığı, olması gerekeni konuşup durduğu anlarda; onların kalbi çoktan bir köpeğin bacağına atel olmuş, bir yaralı kalbe sargı bezi olmuş, bir yaşlının elinde çorba kasesi olmuştur.
Peki daha da ileriye gidilirse. Yani merhamet edilmesi gerekmeyenlere de merhamet edilirse. Bir suça karışana, kamunun haklarını gasp edene, dünyayı suçun bir aleti olarak sorumsuzca kullananlara merhamet edilir mi? İşte o zaman devreye ‘İkbal’ girer ve şöyle der: “Adaleti merhametin çapulculuğundan koruyun”… Demek ki adalet ve merhamet aynı zamanda birbirinin tamponudur da. Tüm her şey olması gerektiği gibi işlediğinde ancak bir “zafer” ya da “kazanım” söz konusu olacaktır.
Darbeler ve hak ihlalleri ile geçmiş ömürlerimiz özellikle adalet ve merhamet iddiasında olanlar için yenilgiler ile geçti. Bu “fiziksel” bir yenilme elbette. Düşüncelerinden dolayı hapse atılanlar, sürgüne gönderilenler, boykot edilenler, görevden uzaklaştırılanlar; yenilgiden yenilgi beğendi diyebiliriz…
Buna rağmen İslami bir dönüşüm için kafa yormaktan, ümmet için ümitvar olmaktan (ya da onun rüyasını görmekten) vazgeçmediler. Ülke bir yerlere gidecekse bizsiz olmaz dediler. Sistemin dışına itilmeyi kendilerini onarmaya bir sebep gördüler sadece. Bu yenilmişlik sadece dünyaya aitti. Oysa onlar ötelere kurulmuş insanlardı ve bu bir özgüven sebebiydi. Bedir’de kalabalık bir ordu karşısında bir avuç olan, bineklere sırasıyla binen, savaşı kazanıncaya kadar, müşriklerin söylentileri yüzünden sürekli yenilgiyi tadan bir müminler topluluğu önlerinde misal olarak duruyordu. Bu yüzden bu yenilgileri, yenilgi olarak görmediler. Bir ‘yenilgiler ilmihali’ varsa onun en iyi uygulayıcısı olmaya çalıştılar. Devlete sahip çıkmak için sahip olmayı düşündüler. Başörtülüler vazgeçmedi düşünmekten, ya da işinden edilen görevliler kendine başka bir kanal açıp ilerlemeyi ihmal etmedi. Sonra adalet ve merhamet iddiasında bulunan o büyük topluluk kendisini yeniden makamlarda, okullarda, kurumların başında buldu. Peki bunca yenilgiden sonra ahrette değil dünyada gelen bu, zafer’e temkinli yaklaşıldı mı ve bir “zaferler ilmihali” oluşturuldu mu?
‘‘Her devrimci devrim sonrası bir muhafazakârdır.’’ demişler. Yani her zafer dönüştürme etkisine de sahip, değiştirme etkisine de. Düne kadar İslami dönüşüm uğruna emek sarf edenlerin çoğunluğu “buğz” kategorisindedir artık. Dönüşüm diye bir şey gündemimizde yok. Akif’in, Necip Fazıl’ın İslam Birliği söylemi bireylerin gündeminde alt sıralarda. Hala Afrika’daki Müslümanlardan habersiz insanlar var. Siyahi birini görünce içindeki dürtülere yenilen insanlar var. Hatta bırakın siyahileri kendi Kürt kardeşlerini potansiyel suçlu kategorisinden çıkarmaya direnenler var.
Adalet ve merhamet iddiasında olanlar bile birbirlerine ‘herkes istediği gibi yaşasın bana ne’ formatı çekebiliyorlar. Böylece iddialarının dışında daha düşük bir profille yetinmeyi kabul etmiş oluyorlar. Rehavete kapılarak, sorumluluklarını liberal söylemlere ya da özgürlükçü cümlelere havale edip ülkenin ‘sinik’ birer parçası olmakla iktifa ediyorlar.
Büyümek büyülü bir kelime haline geliyor. Şirketi büyütmek, evi büyütmek, sermayeyi büyütmek, arkadaş çevreni büyütmek. Oysa yenilgiler ilmihalinde büyütmekten değil dönüştürmekten bahsedilirdi. Şirkette dönüşüm, evde dönüşüm, sermayede, çevrede dönüşüm. İbrahim Tenekeci “amaç yükselmek değil yürümek” diyordu bir yazısında. Amaç İslam’la büyütmek değil, İslam’la dönüşmek bu açıdan bakılırsa… Adalet ve merhamet iddiasında olanların süslü bir hayat için çarşı pazar dolaşmaları dünyanın yürünüp geçilen bir yer değil marka satın alınıp yükseğe yerleşilen bir yer olduğunu kabul etmeleri anlamına geliyor. Oysa zaman döndürülür insanlar arasında… İktidarda sana yakın insanların olması küfrün bir şekilde palazlanmasına engel olmuyor. İnsan Âdem’den bu yana hem içine hem dışına yenilmeye devam ediyor. Hem içimize hem dışımıza yenilmemek için ideallerin, çalışmaların, amaçların; rehavetin pençesinden sıyrılması gerekir.
Bu dünyada gelen her zafer bir simülasyondur. Buna en çok da merhamet ve adalet iddiasında olanlar inanmalıdır. Bu yüzden gençler hep donanımlı, hep cephede olan o ruh halini hatırlamalıdır yeniden. İyiliği emretmek kötülüğü men etmek ilkesini; emreden ve yasak koyan anlamında değil kendinde uygulayan anlamında ele almalıdır.
İnsan zafer kazanırken bile yenilebilir, yenilirken kazanabilir. Eğer bir yolcu isen zafer de yenilgi de sadece bir yol azığıdır senin için. Rabbimiz İnsan Suresi’nde “sabah akşam Rabbini an” buyuruyor. Bu sadece sabah ve akşam vakitlerini değil sabahtan akşama kadar geçen tüm anları anlatır der müfessirler. Yani vuslat ve firak anlarında, doğum ve ölüm anlarında, yenilgi ve zafer anlarında… Yani en uç olan iki durum arasında Rabbini anmak… Doğarken de batarken de onun rızası ile olmak.
Tamam “yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer” vardır. Ya sonra? Sonra ne vardır? Zaferden sonra ne vardır? Yine merhamet ve adalet vardır. Bu kez iddia olarak değil yaşantı olarak görülmek ister.