Batı uygarlığı, tek boyutludur: Yalnızca yatay düzlemde varolur. Fizik gerçekliği mutlaklaştırır, fizikötesi gerçekliği imha eder.
İslâm, tam yarım asır gibi çok kısa bir süre zarfında tastamam bir şimşek hızıyla, bir yandan Çin’e, öte yandan İspanya’ya kadar yayıldı.
İSLÂM’IN ŞİMŞEK HIZIYLA YAYILIŞININ SIRRI
23 yılda, Efendimiz (s.a.v.)’in irtihaliyle birlikte, bütün bir Arabistan Yarımadası Müslümanlaştı.
Hicretin 46. yılında, Hz. Ömer’in (r.a.) vefatıyla birlikte, İslâm, Sâsânîler, Bizans ve Yemen Krallığı’ndan oluşan çağın medenî dünyasıyla karşılaştı.
Hicretin tam 50. yılında Hz. Osman’ın (r.a.) vefatıyla birlikte ise, İslâm, doğuda Çin’e, Batı’da İber Yarımadası’na kadar ulaştı.
Tarihçiler de, tarih felsefecileri de İslâm’ın bu kadar kısa bir süre içinde dünyanın bir ucundan diğer ucuna nasıl olup da bu kadar süratle yayılabildiğini çözemiyorlar. Sadece şaşkınlıkla ve hayretle karşılıyorlar.
Müslümanların şimşek hızıyla tarihe yürümesi, tarih sahnesine çıkması, Batılıları, Müslümanların tarihe kışkırtmalarına yol açtı. Müslümanlar, Avrupa’yı tarihe kışkırtmasaydı, Avrupa, tarihe girebilir miydi?
Bu öyle basit ve bir çırpıda geçiştirilecek bir soru değil.
SAVUNMA PSİKOLOJİSİ DEĞİL, "DÜNYA-TARİHSEL" BİR GERÇEK
Savunma psikolojisiyle değil, sadece Fernand Braudel’in kışkırtıcı ifadesiyle “dünya-tarihsel” bir vâkıâya dikkat çekmek amacıyla şu yakıcı gerçeğin altını çiziyorum: Eğer Müslümanlar olmasaydı, Avrupalılar ne tarihe girebilirdi, ne de ataları Grek düşüncesiyle irtibata geçip, modern meydan okumayı gerçekleştirecek bir hamle yapabilirdi.
Burada “Batılılar, Rönesans’ı, bilimi vs. İslâm’a borçlular,” şeklinde ifade edilen savunmacı zihin hâlinin son derece marazî ve körleştirici bir zihin hâli olduğunu özellikle hatırlatmak istiyorum.
Aslolan şu: Biz, dünkü Müslümanların -yaptıklarının- sırtından geçinemeyiz. Bu durum, sadece bir zamanını şaşırma şaşkınlığı değildir. Aynı zamanda Müslümanların sırtından geçinmekle ve Batılıların yapıp ettikleri her şeyi Müslümanlardan aldığını söylemekle, Batı’yı özneleştirme, kendi konumumuzu, konuşmamızı ve konuşlanmamızı, kısacası yer’imizi Batı’ya göre belirleme, kendimizi nesneleştirme aymazlığıdır bu.
Burada dikkat çekmeye çalıştığım şey, sadece “dünya-tarihsel” bir vâkıâ. Ve bu vâkıâ’nın Batılıları nasıl yüzyıllardır uyudukları kış uykusundan uyandırdığı ve tarihe kışkırttığı gerçeğine dikkat çekmeyi amaçlayan tarihî bir gerçek yalnızca.
JUNG: “BATILILARDAKİ AŞAĞILIK KOMPLEKSİ”
İslâm’ın şimşek hızıyla Avrupa’nın kuzey’den, güney’den ve doğrudan Akdeniz’den Avrupa’ya yayılması, hem Avrupalıları tarihe kışkırttı hem de İslâm’ın yürüyüşüne durdurmaya sürükledi.
Haçlı Seferleri, işte bu tarihsel sürecin ürünüdür: Avrupalılar, İslâm’ın yürüyüşünün Avrupa’yı yutacağı vehmine kapıldılar. Oysa Endülüs ve Sicilya örneklerinde gözlendiği üzere, Müslümanlar, hiçbir zaman başka dinleri, kültürleri ve medeniyetleri tarihten silmediler. Hepsine, yaşayacakları sağlam bir zemin sundular.
Avrupalıları ürküten şey, İslâm’ın Avrupa’nın içlerine kadar uzanması değil, İslâm’ın mesajının kuşatıcılığı ve cihanşümullüğü karşısında Avrupa uygarlığının tutunamayacağı gerçeğiydi.
İşte bu hayatî felsefî gerçek, bugün Batılıların İslâm düşmanlığının gerisinde yatan temel sâiktir.
Çağın büyük psikanalistlerinden Carl Güstav Jung, sözünü ettiğim bu gerçeği çok iyi görmüş ve çözümlemiştir:
“Batılılar, neredeyse sahip oldukları her şeyi Müslümanlardan aldıkları için, Müslümanlara karşı aşağılık kompleksine sahipler. O yüzden Müslümanlara, normal bir insan gibi bakamıyorlar. Fobiyle, ürkerek bakıyorlar.”
İslâm, hem fizik (âfâk) hem fizikötesi (enfüs) boyutları mezceder. İslâm medeniyetinin tarihî yolculuğu, enfüs’le / dikey eksenle, âfâk / yatay eksen arasındaki medcezir, gidiş-geliş, akış-bakış hareketidir. Dikey eksen, çağrı’nın kurulduğu Mekke sürecine, yatay eksense çağrı’nın çağ’ını kurduğu Medine sürecine denk gelir.
FELSEFÎ TIKANMA VE İSLAMOFOBİA
Jung’un yazının başından itibaren tasvir ettiğim İslâm’ın hızla yayılış sürecinin Avrupa’daki yansımalarına ve Batı uygarlığına katkılarına ilişkin yaptığı bu psikanalitik gözlemin felsefî boyutu eksik. Batılıların İslâm düşmanlığının gerisinde yatan asıl sâik, bu felsefî yandır.
Batılılar, İslâm’la Batı uygarlığını karşılaştırdıklarında şu yakıcı gerçeği çok iyi görebiliyorlar: Batı uygarlığı, tek boyutludur: Yalnızca yatay düzlemde varolur. Fizik gerçekliği mutlaklaştırır, fizikötesi gerçekliği imha eder. İşte bu felsefî temel, Batı uygarlığının zaaflarının nerede gizli olduğunu kendiliğinden ifşa eder.
Öte yandan Budizm, Hinduzim, Taoizm, Konfüçyanizm gibi kadîm Doğu gelenekleri, pagan Batı uygarlığının asimetrisidir: Bunlar da fizikötesi gerçekliği mutlaklaştırır, fizik gerçekliği ihmal eder.
Oysa İslâm, hem fizik (âfâk) hem fizikötesi (enfüs) boyutları mezceder. İslâm medeniyetinin tarihî yolculuğu, enfüs’le / dikey eksenle, âfâk / yatay eksen arasındaki medcezir, gidiş-geliş, akış-bakış hareketidir. Dikey eksen, çağrı’nın kurulduğu Mekke sürecine, yatay eksense çağrı’nın çağ’ını kurduğu Medine sürecine denk gelir.
İşte Batılılar, İslâm’ın insanı, hayatı, eşyayı bir bütün olarak kavrayan, kucaklayan çift yönlü işleyen, her dâim bu iki yönünün birbirine yöneldiği, birbirini varoluşa kışkırtıp varettiği medcezir hareketi karşısında duramayacaklarını çok iyi biliyorlar.
İslâm’ın bu kuşatıcı ve kucaklayıcı gücü, Müslümanlar, tarihlerinin en zorlu dönemlerinden birini, Fetret Dönemi olarak tezahür eden ikinci büyük medeniyet krizlerini yaşamalarına rağmen İslâm’ın öncelikle Batı dünyasında, özellikle de krema arasında hızla yayılması, 1980’li yıllara gelindiğinde Batılıları ürkütmeye yetti.
Ve Batılı küresel güçlerin, İslamofobi olarak adlandırılan bir heyulâ icat etmeleriyle neticelendi: İslâm, hedef tahtasına yerleştirildi ve hiç olmayacağı bir şeyle, terörle, özdeşleştirildi: İslâm’a Karşı İslâm Savaşı süreci harekete geçirildi.
BUMERANG ETKİSİ YAPACAK, BATI’YI VURACAK!
Yazıyı çağımızın en cins düşünürlerinden Baudrillard’ın bu konuyla ilgili enfes bir gözlemiyle bitirelim:
“İslâm’ı terörle özdeşleştirmekle, insanlığın önündeki tek seçeneği yok ediyoruz. Batı, küresel zorbalığa direnen tek aktör İslâm olduğu için İslâm’ı şeytanlaştırıyor.”
Sözün özü: Batılı -modern veya postmodern- paganlar, büyük bir varoluşsal kriz yaşıyorlar: Batı’da din çöktü. Aile çöktü. Toplum çöktü. Sapkın cinsel akımlarla hedonizm zıvanadan çıktı ve insan türünün korunması bile tehlike çanlarının çalmasına yol açtı.
Batı kendini yeniden-inşa etmek için, bir “şeytan” icat ediyor.
Ama boşuna nefes tüketiyor. Benimsenen bu strateji, bir bumerang etkisi yapacak, Batı’yı vuracak! İslâm’ın, bir süre sonra ortalık yatışınca, özelde Batı’da, genelde dünyada hızla yayılmasının önünü açacak!