Çok değil, 90 sene kadar önce üzerimize giydirilmiş bir deli gömleği vardı. Milletin iradesi tecelli ettikçe bu gömlek önce dikişlerini attı, sonra lime lime oldu, parçalandı. Biz ondan dikiş dikiş sıyrıldıkça kendimize geldik. Önce ne olduğunu hatırladık, sonra niye olduğunu... Sonra muhasebeye başladık. Şimdi aslında ne olması gerektiğini konuşuyor, tartışıyoruz. Korku, yılgınlık ve çaresizliğin yerini cesaret, kararlılık ve azim aldı. Eskiden dünya üzerimize üzerimize yürürdü, şimdi biz dünyanın üstüne üstüne yürüyoruz. Evet, burası Yeni Türkiye. Biz eski Türkiye’ye sığmıyoruz. Nasıl bir yer istiyoruz da yenisini talep ediyoruz? Ne değişti de yeni olsun diyoruz? Bunu Yeni Türkiye’nin yeni gençlerine sorduk. Cevaplarından sızan ışık, Yeni Türkiye inancının hayal olmadığının en büyük delilidir.
Taşlar Yerli Yerine Oturuyor
Serdar Karagöz / DAILY SABAH - Genel Yayın Yönetmeni
Yeni Türkiye denildiğinde benim ilk vurgu yapmak istediğim husus Türkiye’de yönetici elit sınıf ile ilgili değişimdir. Yeni Türkiye’yi eskisinden ayıran en temel şey işte bu değişim. Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana yönetim tekelini elinde bulunduran bir zümrenin ve zihniyetin bu ayrıcalığına son verilmesi sessiz bir devrim niteliğinde. Bunu sadece kişilerin kurumların ayrıcalıklarının tasfiyesi olarak görmek hata olur. Türkiye’de devlet kavramı ismine “Yeni Türkiye” dediğimiz durum sayesinde yeniden tanımlandı. Yeni bir toplumsal sözleşmeden bahsetmek abartı olmayacaktır. Birey-devlet ilişkilerindeki problemli ilişki eski Türkiye’nin sembolüydü. Bugün ise taşlar yerli yerine oturuyor. Yeni Türkiye’de bireyler devlet karşısında önce onarıldı sonra güçlendirildi. İstediği gibi davranan bir Leviathan olan Eski Türkiye’deki devlet, vatandaş karşısında dizginlendi ve olması gereken noktaya çekildi. Bu dönüşüm sürecinde cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi ile artık yeni bir evreye girildi. Artık Yeni Türkiye’nin kurumsallaşma zamanı. Benim yeni Türkiye’den beklentim bütün enstrümanları ile hukukun üstünlüğünü tesis etmesi ve geri dönüşü mümkün olmayacak şekilde hak ve özgürlükleri teminat altına almasıdır. Ekonomik refah ve istikrarı vatandaşlarının adalete olan güvenleri ile birleştirebilen bir ülke arzuluyorum. Ve yeni Türkiye’nin böyle bir yer olmasını temenni ediyorum.
Yeni Bir Gelecek İnşâ Ediliyor!
Emre Topoğlu
İşletme doktora derecesi ile halihazırda iktisat doktora öğrencisi. Beş yıllık bir akademisyenlik hayatı sonrası yaklaşık 3 yıldır Gençlik ve Spor Bakanlığı’nda görev yapmakta.
Ben de birçok kişi gibi müspet manada bir “Yeni Türkiye” hayaline adım adım yaklaştığımıza inananlardanım. Özel ilgi alanım olması hasebiyle özellikle son on yılda, cılız ve sağlam temellere dayandırılmayan eleştirilere rağmen, Türkiye’nin ekonomik ve siyasi alanda engellenemez yükselişine şahit olduğumu ifade etmek isterim. Türkiye, belki de hiçbir dönem bu kadar kararlı, istikrarlı bir portre çizmemişti. Tüm bu olumlu unsurlar yanında, özellikle Ortadoğu’da artan stratejik önemine binaen, elbette yeni ve daha çetrefilli sıkıntılara da göğüs germek durumunda bırakılmış, ancak şu ana kadar alnının akıyla bu süreçten çıkmayı başarmıştır. İşte bu hususta ben düşünce ve hissiyatımı farklı bir şekilde, geçmiş tecrübelere dayandırarak kısaca belirtmek istiyorum: Uzun yıllardır var olan vesayet sistemi, bu milleti görünmez bir kafese hapsetmiştir. Bu millet başını ne zaman kaldıracak olsa ya bir askeri darbe ya ekonomik kriz ya da iç çatışma senaryolarıyla yeniden diz çöktürülmüştür. İçtimai hayatın her noktasında farklı engeller ile karşı karşıya bırakılmış, çaresiz ve basiretsiz bir kitle oluşturma projesi, son dönemde kararlılıkla atılan adımlarla elhamdülillah çökmektedir.
Geçmişten günümüze doğru bakıldığında muhafazakâr olarak tabir edilen kesimin yaşamış olduğu sıkıntılar şüphesiz hepimizin malumudur. Farklı ve bir o kadar da acı sonuçlar doğurmuş olan bu ötekileştirme politikaları, başörtüsünün bir anti-laiklik ve gericilik sembolü olarak algılanması, binlerce mağdur oluşturulması ve nihayetinde kat’i ve kesin olan bir dinin manasızca ılımlılaştırılması çabaları, benlikleri derinden sarsma odaklı idi.
İşte tüm bunlardan paçasını sıyırmış, giderek hızını arttıran bir “Yeni Türkiye” algımız var... Bir toplumsal bilinç inşa ediliyor. Türkiye toplumunun büyük bir coşkuyla karşıladığı bir gelecek inşasına girişiliyor. Bu uzun yol, cesur insanların cesur adımlarıyla yürünüyor ve kitleleri harekete geçiriyor.
Bu bağlamda en güzel tanımlama sanırım geçenlerde bir köşe yazısının içinde beni kuşatan şu cümleler sanırım; "Cumhuriyet tarihi boyunca bu milletin sürekli yutkunmak zorunda bırakıldığı, hiç söyleyemediği gerçeklerdir işte bunlar. Ayaklarımıza takılan, birçoğu başka ülkelerin emperyalist hezeyanları olan, ancak yıllarca bize yutturulan engellerden kurtuluş azminin göstergesidir Yeni Türkiye... Demokrasi, özgürlük, refah, büyük ülke..."
Yeni Türkiye: Yeniden Kendisi Olan Bir Türkiye!
Şadi Evren ŞEKER
Lisans, yüksek lisans ve doktora derecelerini bilgisayar mühendisliği bölümlerinde tamamladı. Ayrıca UT Dallas Üniversitesi, bilgisayar bilimleri bölümünde doktora sonrası araştırma için bulunduğu sırada sosyal ağlarda ‘akan veri madenciliği’ konusunda çalıştı. Şu anda İstanbul Medeniyet Üniversitesi, İşletme Bölümü, Yönetim Bilişim Sistemleri ana bilim dalında öğretim üyesi olarak çalışmakta olup aktif çalışma konuları, iş zekası, veri madenciliği ve sosyal ağlardır. Şadi Evren ŞEKER’in çok sayıda akademik hakemli makalesi, kitapları ve patenti bulunmaktadır.
Sene 2001’de Dubai’de safariye çıktığımız bir arazi aracında CapeTown’dan bir gazeteci hanım ile sohbet ediyorduk. Kendi ülkesindeki problemlerden, parklarının çok fazla oluşu ve sulama sıkıntılarından, halkın yaşadığı temiz su sıkıntısından bahsediyordu. Sonra konu Türkiye’deki ekonomik krize geldi, bana ekonomik kriz ile ilgili sorular soruyordu. Ben önce çok oralı olmayıp ilgilenmediğimi söyledim. Daha fazla üsteleyince milyoner olduğumu ekonominin beni ilgilendirmediğini söyledim. Bana inanmayan gözlerle bakıyordu. Ardından cebimden o döneme göre pek de değerli olmayan 5 milyon Türk lirasını çıkarıp gösterdiğimde banknot üzerindeki sıfırları görüp nasıl güldüğünü unutamam.
Fark edilmiş midir bilmiyorum ama Yeni Türkiye kelimesi Yeni Türk Lirası ile dillenmeye başladı. “Yeni” kelimesi ve “Türk” kelimesi ilk kez bu kavramla devlet düzeyinde yan yana kullanılmaya başladı. Yeni Türkiye’nin anlamı da hikayesi de Yeni Türk Lirasına çok benzer. Nasıl TL’nin başından Y harfi kalktıysa, bir müddet sonra Yeni olan her şey Türkiye’nin kendisi olacak ve hayatımızın bir parçası olacak hatta olmaya başladı bile. O kadar alıştık ki bazı şeylere yeni olduğunu bile unuttuk.
İnsanın kendisini görmesi için dışarıdan bakması çok önemlidir. Yeni Türkiye’yi anlamak için de dışarıdan bakmamız gerekiyor. Eski Türkiye, pasaportuna itimat edilmeyen, ezilen, itilen ve itibarı olmayan vatandaşların ülkesiydi. Sesi çıkmayan, veya daha doğrusu sadece ezilenlere sözünü geçirebilen, bu anlamda kendisi ‘’ezik’’ bir Türkiye tanımıydı eski Türkiye. 2001 krizini ve öncesini çok iyi hatırlarım, insanların ümitlerinin bile yitirildiği bir ülke vardı o devirde. Kısaca kimliğimizi, kişiliğimizi kaybetmiştik. Farklı olması da çok zordu. Düşünün yılların tecrübesi, kültürümüzün ve yaşanmış sayısız vakanın bir ürünü olan kanunlarımızı Cumhuriyetin ilanından itibaren, bizimle o zamana kadar hiç ilgisi olmayan bir kültürden, batı kültüründen aynen kopyalamış, eğitim, sanayi, ordu, teknoloji alanındaki bütün yapılanmalarımızı hatta ölçü sistemi ve alfabemizi bile yine batıdan kopyalamış, kaybettiğimiz 1. Dünya Savaşı’ndaki mağlubiyet duyguları ile kopyaladığımız her şeyi ilahi birer kanun gibi kabul etmiş ve halka diretmiş, ardından sayısız problem yaşamış, ihtilaller görmüş, ekonomi ve sanayi alanındaki zorlukları senelerce yaşamış ve hepsinin üstünde eğitim ve teknolojideki sürekli geri kalmışlığımız ve hiçbir zaman çıkamayacağımıza olan inanç ve ümitsizlikle hayatımıza devam ediyorduk. Bizi biz yapan kültürümüz adına ne varsa hepsini yeniden yıllar içinde ürettik. Sürekli bir değişim ve yenilik içerisinde yüz yıla yaklaşan cumhuriyet tarihini her sene biraz daha artarak daha iyiye hep beraber taşıdık.
Dünyanın kendisi de durduğu gibi durmuyor o da yenileniyor. Yenilik (inovasyon) bu aralar çok moda bir tabir. İşletmelerin yenilik üretmeden hayatta kalmasının imkansız olduğunu, bir müddet sonra en köklü işletmelerin bile yeniliğe ayak uydurmaz ise yok olacağını söyleyen bir işletme terimi. Doğru da. Mesela internetin kullanımına bakın. 1995 yılında sadece 15 milyon olan kullanıcı sayısı bugün 2 milyara yaklaşmış durumda. Türkiye’de 35 milyonun üzerinde internet kullanıcısı var. Hangi işletme bu kadar internet kullanıcısını, sosyal ağları, bilişim teknolojilerini görmezden gelebilir ki? Yaşanan her olay, söylenen her söz, facebookta twitterda paylaştığımız her yazı, artık saniyeler seviyesinde dünya tarafından okunuyor. Bu ülkenin her bireyinin yaptığı her şey söylediği her söz az veya çok Yeni Türkiye’nin ne olduğunu belirliyor. İtibarımız, ekonomimiz, geleceğimiz sadece bir başbakanın veya cumhurbaşkanının elinde değil, bir sanatçının, bir sporcunun, bir iş adamının da elinde değil. Herkes başarılarına, tanınırlığına, bulunduğu konuma göre değişik oranlarda etkiliyor belki ama artık her bireyin teker teker etkilediği ve bu etkilerin toplamından oluşan bir Yeni Türkiye kavramı ile karşı karşıyayız. Bu anlamda yeni Türkiye ifadesi aslında hepimize çok büyük sorumluluklar yüklüyor.
İşte ben Yeni Türkiye ile, artık dünya sahnesinde, boynu dik, gururlu, ezilmeyen ve kimseyi ezmek zorunda olmayan hatta ezilenlerin yanında olan, kendisi ile barışık, kendi kültürü olan ve bu kültürü ile kanunlarını ve yönetimini belirleyen, kısacası yeniden kendisi olan yeni Türkiye’yi anlıyorum.
Değerler Üzerine Bir Dünya Kurulmalı!
Mustafa Tutkun
1972 Çanakkale Biga doğumlu, Çanakkale İmam Hatip Lisesi’nden mezun olduktan sonra bir süre Yıldız Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’nde eğitim gördü. Daha sonra eğitimini yarıda keserek Malezya Uluslararası İslam Üniversitesinde Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde okumak üzere Malezya’ya gitti ve 1999 yılında mezun oldu. O günden beri yurtiçinde ve yurtdışında birçok insani yardım ve eğitim çalışmalarında görev aldı. Bu süre zarfında 60’tan fazla ülkede projeler gerçekleştirdi. Halen Türkiye Diyanet Vakfı Genel Müdür Yardımcısı olarak görev yapmakta.
Yeni Türkiye’den kendi içinde müreffeh ve huzurlu, dünya çapında güçlü ve onurlu bir ülke anlıyorum. Tarihin derinliklerine baktığımızda bunu başarmış bir millet olduğumuzu görüyoruz, bu da bize tekrar başarabileceğimizi gösteriyor. Onun için Yeni Türkiye hem kendi halkına hem de yakın çevresinden başlayarak tüm dünyaya barış ve adalet vadeden bir ülke olmalıdır. Son on yıldır yapılanlar aslında bu yolda atılmış çok önemli adımlardır fakat yeterli değil. Bir ülkenin değişim ve dönüşümü ancak o ülke halkının o değişim ve dönüşümü benimsemesi ve desteklemesi ile mümkün olacaktır. Türkiye bunu belli oranda aşmasına rağmen hâlâ ideolojik kamplaşmalar ve sosyal kutuplaşmalar var. Bu suni durum ülkenin topyekûn şahlanmasına engel olmaktadır. Yeni Türkiye’de “Çözüm Süreci” gibi bu kamplaşma ve kutuplaşmaların aşılacağını, bu sayede toplumun normalleşerek ileriye dönük tercihlerini daha sağlıklı bir şekilde yapabilir hale geleceğini düşünüyorum. Tercihlerini ve hedeflerini doğru belirleyen ve bu hedeflere ulaşmak için değerlerinden taviz vermeyen toplumlar Yeni Dünya’nın lider toplumları haline gelecektir. Her ne kadar güçlü olmak gerekse de tüm sorunların güçle çözülmesi düşünülemez. Tam aksine değerler üzerine kurulu bir dünya düzeninde güce çok az ihtiyaç duyulacaktır. Güç ve teknoloji ise diğerlerini yok etmek için değil dünyanın daha müreffeh hale gelmesi için kullanılacaktır. İhtiyaç duyduğumuz her şey bize herkesten daha merhametli olan Rabbimiz tarafından sunulmuş aslında. Kur’an ve sünnetin rehberliği insanlığın ihtiyaç duyduğu tüm kodları bulmamızda yeterli olacaktır.
Tabi bunları başarmak söylemek kadar kolay değil, bu yolda çıkabilecek engellere de hazırlıklı olmak gerekiyor. Bunun için yeni nesillerin bilgi ve bilinç düzeyinin artırılması, doğru değerlerle donatılması çok önemli. Hem devlet hem de sivil toplum kuruluşları bu konuda üzerlerine düşeni yerine getirmeli; ciddi projeler hazırlanmalı ve sabırla uygulanmalı. İşte Yeni Türkiye bu uzun yolculuğun başındaki Türkiye olacaktır.
Kötülüklerle Mücadele Edilmeli
Ali Öztürk - Okur / Yazar
‘Yeni Türkiye’ kavramsallaştırması sadece bir siyasi partinin ve aynı zamanda o partiye mensup kitlenin değil, tüm Türkiye’nin daha da geniş anlamıyla Balkanlar’ın, Kafkaslar’ın ve Ortadoğu’nun kesiştiği topraklarda vücut bulan medeniyetimizin gelecek tahayyülüdür. Hâl böyle iken anlamlandırmamızı bu kavramsallaştırmaya katacağımız değerler şekillendirecektir. Eğer biz tüm ayrıştırmaları, ötekileştirmeleri bir kenara koyup birliğimizi ve dirliğimizi muhafaza ederek samimiyetle bugünümüzün dünden daha iyi olması için çaba gösterirsek ‘Yeni Türkiye’ söylem/eylem birleşmesi belki de bize savaşın değil barışın, çatışmanın değil diyaloğun, çifte standardın değil adaletin hüküm sürdüğü ‘Yeni Bir Dünya’nın habercisi olabilir.
‘Yeni Türkiye’nin, uğruna yaşadığımız değerler manzumesi ile şekillenip gerçekleşmesi için nasıl çalışacaksak aynı şekilde bizi bu kutlu yoldan alıkoyacak, yürüyüşümüze engel teşkil edecek şantaj, kumpas, tehdit, yolsuzluk, rüşvet, haksız kazanç gibi kötülüklerle de mücadele etmeliyiz.
‘Yeni Türkiye’ tasarımı bir medeniyet tasavvuruyla gerçekleşir. Bu durum asla boşluk kabul etmez; mimarideki tarihi birikim ve estetik kaygı, eğitimdeki kutsallık, sanattaki derinlik ve insan/doğa hayatını kapsayan diğer unsurların her birine gereken ehemmiyeti göstermek suretiyle varlık sahası bulup var oluruz. Aksi takdirde medeniyet idealiyle çıktığımız bu yolda bizi yığına dönüştürmek; küresel sistem için hiç de zor olmasa gerek…
Kendi Yolu Olan Türkiye
Ali Aslan Gümüşay – 29 – University of Oxford
Türkiye son birkaç yılda büyük ekonomik ve politik dönüşümler yaşadı, fakat bu dönüşümler salt yenilik aşkına olmadı, bir manada buna mecburdu. Yeni Türkiye kendi durumunun ve varoluşunun farkında olan bir ülke. Böylesine bir ülke, geçmişte olduğundan daha çok, tarihimizi, şimdiki hayatımızı ve gelecek vizyonumuzu anlaşılır kılacak iletişimleri birlikte kurma imkanı sağlayan güçlü bir sivil topluma ihtiyaç duyar. Sivil toplumlar ise daha meşgul ve güçlü olmaya mecburdur.
Benim kanaatimce daha geniş bir toplumsal bilince, kimliğe ve muhayyileye dair bir özlem var. Yeni Türkiye, yeni olanı kendi kimliğine karşı değil, bu kimliğin üzerine inşa etmek için yeniliği eskiye bağlamaya ihtiyaç duyuyor. Bu dönüşümün Türkiye’deki sosyal, kültürel ve entelektüel çevrelerle birlikte gerçekleştirilmesi gerek. Yeni Türkiye’nin her zamankinden daha fazla geçmişle, bugünün değerleri ile ayrıca iç ve dış güç aktörleri ile sosyal, kültürel ve entelektüel bağlantılar kurması lazım. İnsanlığın ve bilhassa Türkiye’nin geleceğini tayin etme adına aktif olarak küresel tartışmalarda kendi yolunu ortaya koymalı ve kendine yer bulmalıdır, bunun yanı sıra çağımızın zorlayıcı soru(n)larının çözümünde de etkili olmalıdır.
Asıl “Yeni Türkiye”nin Bize İhtiyacı Var
Abdullah Şehid Huca
Müzmin talebe. Şimdilik İ.Ü Eczacılık Fakültesi 5.sınıf öğrencisi. Konyalı.
Geçmiş olsun, gözümüz aydın.. 11 Ağustos itibariyle “Yeni Türkiye”ye ilk adımımızı atmış olduk. Belki bacaklarımız henüz titriyor, hedefimizden ve azmimizden emin olabilmiş değiliz belki. Olsun, maraton koşanlar da hayata emekleyerek başlar zaten.
“Gençler toplumun en önemli hız belirleyicileridir.” Bu cümleyle ilk Özlem Avcı’nın İki Dünya Arasında kitabında karşılaşmıştım. Gençler her türlü toplumsal, ekonomik ve dinî değişmenin ve yeniden üretimin en önemli hız belirleyicileridir. Gençler, yani biz. Haberlere, köşe yazılarına, yorumlara gündem olan “Yeni Türkiye” için de bu durum geçerli, tabii fark edebilir ve harekete geçebilirsek eğer...
Reaksiyoner bir gençlik hâlinden sıyrılmamız gerekiyor örneğin. Paralel yapı, Gezici tayfa, tüm cazibesi ve tekinsizliğiyle Batı, yani “karşı taraf” diye tanımladığımız kim varsa işte o, bir şey söylediğinde veya yaptığında cevap verip harekete geçme hâlimizden bahsediyorum, tepkiselliğimizden. Oysa “Yeni Türkiye”nin “hız belirleyici”lerinin, varlığını bir düşman ya da bir dosta muhtaç kalmaksızın tanımlamaya ihtiyacı var. Kötülüğü engellemek için kötünün harekete geçmesini beklememeye ve iyiliği tesis etmek için iyilerin “hadi” demesine gerek duymamaya ihtiyacımız var.
Bir medeniyet inşasına ihtiyacımız var. Fakat “karşı taraf”ın medeniyet diye sunduklarından ortaya bir hilkat garibesi çıkartmamak kaydıyla. Zira Malik bin Nebi’nin harika ifadesiyle, “Medeniyetin ürünlerini kullanmakla medenî olunmaz.” Medeniyet adına gösterilen neresi varsa oradan, maruz kalmaksızın tecrübe ve ibret alarak, esir olmaksızın fikir ve bilgi alarak ve fakat tüm malzemeleri kendimiz oluşturarak, bu topraklara, bu ümmete hitap eden bir medeniyeti inşa etmeye, başa geçirdiğimiz “Uzun Adam”lara bunun için şevk ve cesaret vermeye ihtiyacımız var.
Hz. Ömer ki adalet onunla anılırdı, bir gün “Hak yoldan saparsam bana ne yaparsınız?” diye sormuştu da sahabeler lafı hiç eğip bükmeden “seni kılıçlarımızla düzeltiriz” demişlerdi. Başa geçirdiğimiz “Uzun Adam”ların Hz. Ömer’in örnekliğine, bizimse o sahabelerin basiret ve firasetine ihtiyacımız var. “Uzun Adam” sahip çıktığı için değerlerimize sahip çıkma hâlinden, değerlerimize sahip çıktığı sürece “Uzun Adam”ı sevme şuuruna geçmeye ihtiyacımız var. Köstek olmadan eleştirmek, destek olmayı bırakmadan sorgulamak zorundayız. Meydanlarda var gücümüzle alkışladığımız “Uzun Adam” için geceleri “Allah seni ve beraberindekileri alkışların şerrinden korusun” duaları etmeye ihtiyacımız var.
Beş yıl evvel, Şam’da gezerken karşılaştıkları Patanili bir Müslüman babamlardan Patani’yi Türk halkına anlatmalarını istemiş ve demişti ki “Biz inanıyoruz ki Türkiyeli Müslümanların Patani’den haberi yok. Yoksa Abdulhamid’in torunları bu zulme sessiz kalamazlardı.” Artık görüyor ve biliyoruz ki Gazze’nin, Bosna’nın Afrika’nın, Arakan ve Türkistan’ın, tüm mazlum coğrafyanın umudu biziz. Başa geçirdiğimiz “Uzun Adam”ların bu güveni ve umudu boşa çıkarmamak zorundalığı var. Eğer kazandığımız bir maç bile heyecanlandırıyorsa onları, elde ettiğimiz bir başarı bu denli sevindiriyorsa, bizim artık tüm bu coğrafya için kazanmaya, kardeşlerimizin acılarını paylaşma pasifliğinden kurtulup kardeşlerimizi sevinçlerimize ortak etme aktifliğine geçmeye ihtiyacımız var.
Laf oyunlarından kurtulup fikir üretmeye, “zeki ama tembel” olmaktan kurtulup Allahsızlığa ve ahlaksızlığa mahkum edilmiş fen, sanat, edebiyat, spor ve felsefeyi yeniden şekillendirmeye ihtiyacımız var.
Biz genciz, biz “hız belirleyici”leriz. Ümmetin ve dünyanın “Yeni Türkiye” ye, “Yeni Türkiye”ninse bize ihtiyacı var. Tabii fark edebilir ve harekete geçebilirsek...
Yeni Türkiye Yetmez
Ayhan Koçkaya / Sosyoloji Öğrencisi
İlk tanıştığım senelerde hiçbir şekilde müzik dinlemeyen veya bindiği bir araçta müzik çalan radyoyu kapattıran bir takım dostlarımın yerel seçimlerden önce hususî arabalarda “Dombıra” çalarak AK Parti lehine oy toplamaya çalışması kanaatimce (belki tek başına birçok şey ifade etmeyen ama bir birikimin içerisinde yer aldığından bence câlib-i dikkat olan) ilginç bir olguya işaret ediyor. Türkiye’de geniş halk kesimlerinin oyları ile iktidara gelen aktörlerin siyaseten almış oldukları tavırlar toplumu belirli oranda dönüştürüyor ve bu dönüşümde İslâmcılar özel bir mevkideler. Meselâ artık Yeni Türkiye’de demokrasinin neresinde olduğumuz bazı İslâmcı kökenli yazarlar için de çok mühim ve çok tartışılan bir mesele. Fakat bu demokrasi tartışması İslâm’ın neresinde olduğumuzu düşünmemize, İslâm’ın iktidara yönelik doktrininin ülkede ne kadar câri olduğunu hesaba katmamıza gölge düşürüyor.
İslâmcı kanatta kısmen meydana gelen bu dönüşümdeki esas sebebin Türkiye’yi eskisinden farklı bir yere taşıyan iktidar gücünün çok geniş bir kitleye hitap edebilmesi olduğu kanaatindeyim. Hayat tarzı itibariyle farklı kitlelerden oylar alabilen bu taşıyıcı güç son kertede ortaya müşterek bir akıl koyuyor ve bu akıl İslâm referanslı siyaset ve mütefekkirlerle ciddî çatışmalara giren veya girmesi gereken bir akıl. Bu aklın içerisinde sinsi bir liberalizm olduğu da açık. Çünkü bu dönüşümde aslında İslâmî referansa/hayat tarzına sahip olmayan bir takım yazarlar ve çizerler de (fâil sıfatıyla) mevcut. Adeta senelerce eli kolu bağlanıp kendisine zorla içki içirilen ama bu işkenceli durum boyunca içtiği içkiye kalben buğz eden birisinin bir müddet sonra içki içen ve bunu mübah gören liberal bir kişi tarafından kurtarılması netîcesinde artık içki içenlere (sırf elini kolunu bağlayıp kendisini içki içmeye icbar etmedikleri için) “hoşgörü” nazarıyla bakması gibi bir halden bahsediyorum. Bu hâl birincisinden daha tehlikeli, çünkü birinci hâlde içkiye bir buğz etme hâli varken ikincisinde bu buğz ortadan kalkmış oluyor.
Yeni Türkiye söylemi bana darbelerden uzaklaştığımızı hatırlatıyor ve bu çok güzel. Fakat darbesiz her idare İslâmî midir? İşte buna evet demek muhal ötesi muhal.
Ortadoğu’ya Açılmış Bir Türkiye
Hatice Sarı
Mühendislik fakültesinden mezun olduktan sonra sosyal bilimlerin cazibesine kapılınca ikinci üniversite olarak sosyolojiye başladı. Galiba şu ahir ömründe en zevk alarak yaptığı işlerden birisi Genç Dergi’nin dünya Müslümanları bölümünü hazırlıyor olmak. :)
1988 yılında Ribhi Halloum “Belgelerle Filistin” isimli bir kitap yazmış, kitap elime yeni geçti. Konu Filistin olunca heyecanla kapağını açıp baktığımda önsöz yazısının altında “Türkiye Cumhuriyeti Eski Başbakanı Bülent Ecevit” imzasını gördüm. Şöyle diyordu 1988 yılında Bülent Ecevit: “Filistin, içinde bulunduğumuz yüzyılın en uzun/kalıcı ve en karışık sorunudur.” Aradan geçen 26 yılda şüphesiz Türkiye’de çok şey değişti. Tarihinde belki de ilk kez seçimle gelen bir cumhurbaşkanı olan Muhammed Mursi’ye karşı yapılanlara Batı “darbe” demeye teşebbüs dahi edemezken, Türkiye bunun darbe olduğunu savundu mevcut hükümet ile. Son birkaç yıl içerisinde 26 yıl öncesinin Türkiye’sinde yaşanılan iç hesaplaşmalar yüzünden dönemin Başbakanı gibi Filistin’de yaşanan sorunun aslında hiç de karışık olmadığını gördük biz. “Yeni Türkiye” tasavvurunun zihinlere yerleşmeye başladığı bu son dönemde, Türkiye’nin yüz yıllık hesaplaşmalarını bitirip kapılarını Ortadoğu’ya bir daha kapatmamak/kapatmaya mecbur bırakılmamak üzere açmış olması, ülkenin vicdani seviyesinin bölge ülkelere göre ne kadar yüksek ve eylemde ne kadar kararlı olduğunun bir göstergesi.
Bir “Türkiyeli” olarak seçilen ilk cumhurbaşkanımızın “Yeni Türkiye” söylemini dikkatle takip ediyorum. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ve elde ettiğimiz (inşallah) hayırlı sonucun sadece bizi memnun etmediğini, seçim akşamı sonuçlar açıklanırken Filistin’deki tüm Filistinli arkadaşlarımın “seçimleri takip ediyoruz” ve sonuçlar açıklandıktan sonra gönderilen tebrik mesajlarıyla da Ortadoğu halkı bazında kanıtlamış oluyoruz. Yeni Türkiye sadece Türkiyeliler için değil, bu tasavvura sonuna kadar inanan ve güvenen tüm insanlar için bir yol. Dolayısıyla artık Kudüs sokaklarında yürürken dükkanlarda Recep Tayyip Erdoğan posterleri ve Türk bayrakları gördüğünde kimse şaşırmasın. Yeni Türkiye daha demokratik, daha özgürlükçü ve sınırlarını “insan” odaklı çizip uygulayan bir Türkiye olacak inşaallah.
Siyaset Dilinin Gençleşmesi Gerek!
Salih Yüztgenç / Gazeteci
10 Ağustos’ta yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimini kazanan Recep Tayyip Erdoğan’ın, her seçim zaferinin ardından yaptığı “balkon konuşması”nda, gençlikle alakalı önemli kısımlar da vardı. Mesela konuşmada “Yeni Türkiye”den bahsedildi. Yeninin, her şeyiyle bizim vizyonumuz olduğundan. Ben bunları anlıyorum; kanaatimce yeni olan her şey heyecana açık, sürprizlerle dolu ve üzerinde söz sahibi olacağımız şeyler. Çünkü yeni olan, yeni düşünenlere açık; gençlere, yani bizlere yönelik. Bir genç olarak “Yeni Türkiye” ifadesini üzerimize alınmıyorsak, gençlik şuurundan uzağız. Ortalama yaşları 50’lilerde olan siyasilerden yeni şeyler beklemek, onların attığı adımlara cevap veremediğimiz müddetçe zorlaşacak… Kaldı ki siyaset dilini gençleştirecek olanlar bizleriz... Ve bu Türkiye için çok mühim...
Türkiye sahip olduğu tüm inanç, düşünce ve şahıslarla güçlenme ve “yenilenme” istiyor. Bu güçlü olma ve yenilenme arzusu ise olmayan bir şeyden, sıfırdan, inşa edilmemiş bir temel üzerinden değil; İslami hassasiyetlerden, Osmanlı ruhundan, 91 yıllık Cumhuriyet döneminin darbelerinden ve vesayetlerinden ve tabii ki modern çağ dediğimiz günümüz düşüncelerinden beslenerek olacak… Bahsettiğimiz, iki ayrı kutup gibi görünen gençlik ise, bu frekansı yakalamak zorunda; ne yapılması gerektiğine, dünyanın ve Türkiye’nin nasıl göründüğüne bakacak, derdi bu olacak. Onlar ve biz, sen ve ben gibi ayrımların oturmamış fikirler üzerine değil, gerektiği yerde, gereken donanımla; bilgi ve birikimle olacağını bilmek zorunda. Hâsılı, ya yetişeceğiz, yeniliği yakalayacağız ve “hâkim” olacağız, ya da insanlar üzerinden yorum yapmaya devam edip, dünyaya ve ahirete karşı gözlerimizi kapatıp “mahkûm” olacağız…
Kültür, Sanat ve Estetik Anlayışı Gelişmiş Bir Ülke
Yusuf Goncagül
10 senedir müzikle uğraşıyor. Üsküdar Gençlik Merkezi’nde Gitar Öğretmeni
Benim de birçok genç gibi Yeni Türkiye’ye inancım büyük. Dışta ve içte gerçek ve tam anlamıyla bağımsız, farklılıkların ciddi anlamda bize değer katan zenginlikler olarak görüldüğü bir Türkiye geliyor aklıma Yeni Türkiye denildiğinde. Tüm dünyayı kucaklayan ve aslında bundan 150-200 sene önce sahip olduğumuz ümmet vizyonuna tekrar sahip olan, dünya siyasetinde figüran değil başrol oynayan bir Türkiye. Birbirini sadece insan oldukları için seven, yaratılanı Yaradan’dan ötürü seven, kültür, sanat ve estetik anlayışı gelişmiş insanların olduğu bir ülke hayal ediyorum Yeni Türkiye dendiğinde...
En Büyük İş Gençlere Düşüyor!
Melih Ecertaş
İnsan Kaynakları alanında faaliyet gösteren bir danışmanlık şirketinde çalışmakta. İşletme alanında doktora eğitimine devam etmekte. STK faaliyetlerinde bulunan Ecertaş, evli ve bir çocuk babasıdır.
Yeni Türkiye, tarihinden güç alan, milletiyle barışık, bilgi üreten, hakkaniyet merkezli ve ümmete yön veren bir medeniyet tasavvurudur. Bu yolda siyaset, sivil toplum, akademi ve özel sektör uyum içerisinde çalışmalıdır ki ülkeye en üst düzey katma değer sağlansın. Yeni Türkiye’de her alanda yetişmiş insan kaynağı belki de en önemli ihtiyacımız olacak. Bundan sonra eğitim inşallah dar kalıplarda olmayacak. Anne karnından, anaokuluna, ilköğretiminden, lisesine, üniversitelerine kadar her yerde değerlerimize bağlı kaliteli nesiller yetişecek. Mevcut küresel aktörler insanlığa menfaat odaklı baktıklarından dolayı ortaya koydukları sistemler ve öneriler hiçbir probleme çare olmamaktadır. Bu bağlamda Yeni Türkiye güçlü ekonomisi ve siyasi istikrarı ile uluslararası arenada yoksulluk ve adaletsizlik konusunda daha büyük sorumluluklar üstlenecek, lider ülke olacaktır.
Yeni Türkiye tasavvurunda en büyük iş gençlere yani bizlere düşmektedir. Ancak her şeyden önce kalplerimizle, ibadetlerimizle, amellerimizle, ailemizle, siyasetimizle, ticaretimizle Allah’a en güzel şekilde kulluk etmemiz gerektiğini de unutmamalıyız. Rabbim Yeni Türkiye yolunda milletimizin ve özellikle biz gençlerin ferasetini ve azmini arttırsın inşallah.
Bildiklerini Unut, Unuttuklarını Hatırla
Banu Aksoy / İlahiyat Öğrencisi- Genç Gönüllü
Ektik ektik yetişecek/ Çoğu gitti azı kaldı / Bütün yollar bitişecek / Çoğu gitti azı kaldı
Köklerinden ilham almış dalları şarkı ve garbı kucaklayan bir ağaç misali “dünya bizi bekliyor”. Bunun için her şeyden önce eğitimde radikal bir değişikliğe gidilmeli. Özümüzde var olan Enderun, Selçuklu medreseleri gibi kurumların yaptığı üzre vizyonu geniş, estetik kaygılar güden, kul hakkı gözeten, sadece sınav zamanlarında değil de günlük yaşamda da içi dolu dolu, ilme önem veren bir nesil yetiştirilmeli. Teknoloji, savunma ve endüstri noktasında yetişmiş insan gücü tesis edip makul düzeyde tersine beyin göçü de sağlarsak, devletin elinde potansiyel bir güç elde etmiş oluruz. Bu da ticari üstünlüğü, ticari üstünlük de diplomatik üstünlüğü beraberinde getirir. Ciddi bir eğitim reformuna gidilmediği sürece istenilen motor tipinin ya da gücünün ancak dörtte birini yapabilecek düzeyde kalmaya devam edeceğiz. Ayrıca ticari oligarşinin temizlenmemesi ya da ellerinde bulundurdukları gücün dağıtılmaması halinde zengini daha zengin fakiri daha fakir bir ülke olmaktan da geri duramayız bu da vahşi kapitalizmin bir getirisi, sosyal adaletsizliğin de en birinci göstergesidir.
Sanayi milli olmadığından devinim belli bir düzeyin altında kalıyor. Kulaktan dolma din bilgileriyle hareket eden muhafazakar kesimin elinde ne kalifiye diplomat var ne tam anlamıyla şirket ne de çok fazla eğitimci... Çevre bilimci kul hakkına diğer mühendisler mimarlar en kıymetli şeye; insan canının değerine uzaklar... Yöneticiler Ömer bin Hattab’a, alimler Ali bin Talib’e, uluslar arası ilişkiler okuyanlar Medine sözleşmesine uzaklar. Herkes her şey felsefeye, estetiğe uzak. Toplum her ferdiyle akil adam kıvamına ermeli. Bunun için pek tabii sadece okulda verilen pozitif bilimlerden bahsetmek mümkün değildir. 12 yıllık kesintisiz eğitimin ardından her ananın gönlünde yatan, evladının doktor, avukat, mühendis olarak okuduğu okuldan mezun olması arzusuyla kaygılanan bir toplum inancından sıyrılıp çocuklarımızın istidadı doğrultusunda toplumdaki eksikleri kapatmak üzre ehilleşmiş ellere dönmesini bekleyen bir toplum bilinci sağlanmalıdır.
Arada Kalmış Kuşağın Güvensizliği Bitiyor!
Zeynep Betül Akyıldız / Psikoloji Öğrencisi / Genç Gönüllü
Eveet! Daha dün kantinin dondurma kuyruğunda bekleşip ağaç yokluğundan apartmanların etrafında saklambaç oynayan bizler, yavaş yavaş 20’li yaşlara ulaştık. Ve artık o göbekli, “büyük” amcalar bir bir göçüyor ve yerlerine bizler geçmeye hazırlanıyoruz! Böyle düşününce, oldukça garip geliyor. Bize emanet edilecek olan ülke; ebeveynlerinin temelli ayrılmış oldukları evin, daha dünün dıptıs dıptıs müzik dinleyen ergen çocuğuna emanet edilmesi çağrışımı uyandırıyor bende. Ee ne olacak, alt edebilecek miyiz faturalarıyla, temizliğiyle, devamlı kazıklamaya çalışan bakkalcıyla, garip garip evraklar getirip bizden imza isteyen ne idüğü belirsiz bıyıklı kuryeyle? Üzerimizde sanki arada kalmış bir kuşağın güvensizliğini görüyor, hissediyorum. Kuşaktaki genel güvensizlik bir yana biraz da bizden bahsedecek olursak, bundan 12 yıl önce daha 8 yaşında küçücük bir öğrenciyken veli toplantısına gelen annemin başörtüsünden ötürü utandırılmışsam... Veyahut 6. sınıf öğrencisiyken sınıfın oryantal dans grubu dışında çevremde katılacak bir etkinlik bulamayıp sınıfa kapanmayı tercih etmişsem... Sanki başta hissedilen bu güvensizlik olağanmış gibi geliyor. Bu örnekleri çoğaltmak mümkün... Ama artık “Yeni Türkiye”den bahsediyoruz. Az gelişmiş bir ülkenin azınlığı gibi yaşadığım zamanlar, annemin-anneannemin anılarında kaldı. Zira şimdi “Edepli Ol!” tişörtümle başıma eflatun örtümü bağlayarak sırtımda gitarımla Aziz Mahmut Hüdayi Hazretleri’nden bestelediğim bir şiiri mırıldanarak istediğim yerde dolaşıyor, üniversite ve dernekler arasında mekik dokuyarak türlü projelerde yer alıyorum. Böylece değiştirmek istediklerimi değiştirebiliyorum, dahası buna fırsat veriliyor...